TÜBA Akademi 2015 Yılı Ödülleri Açıklandı

TÜBA’nın bilim insanlarını teşvik ve takdir misyonu kapsamında uluslararası düzeyde ihdas edilen TÜBA Akademi Ödülleri açıklandı.
Fen ve Mühendislik Bilimleri, Sağlık ve Yaşam Bilimleri ve Sosyal ve Beşeri Bilimler olmak üzere üç kategoride ve her kategoride bir ödülden oluşan ve bütün bilim insanlarına açık olan TÜBA Akademi Ödülleri’ni almaya bu yıl; Fen ve Mühedislik Bilimleri kategorisinde Linz Johannes Kepler Üniversitesi (Avusturya) Öğretim Üyesi Niyazi Serdar Sarıçiftçi, Sağlık ve Yaşam Bilimleri kategorisinde Toronto Üniversitesi (Kanada) Öğretim Üyesi ve Ağa Han Üniversitesi (Pakistan) Kadın ve Çocuk Sağlığı Mükemmeliyet Merkezi Direktörü Zulfiqar Ahmad Bhutta, Sosyal ve Beşeri Bilimler kategorisinde ise İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Mehmet Genç hak kazandı ve Akademi Madalyası’nın ve 30 bin doların sahibi oldu.
TÜBA Akademi Ödülleri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, 14 Aralık 2015 Pazartesi günü Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen törenle tevdi edilecek.
Her yıl Fen ve Mühendislik Bilimleri, Sağlık ve Yaşam Bilimleri ve Sosyal ve Beşeri Bilimler olmak üzere üç kategoride ve her kategoride bir ödülden oluşan TÜBA Akademi Ödülleri bütün bilim insanlarına açık. Aday gösterme esasına dayanan ödüller ilgili alanda özgün, öncü ve çığır açıcı çalışmaları olan bilim insanlarına tevcih edilen uluslararası nitelikteki Akademi Ödülleri’nin her yıl bir tanesinin, üç kategori arasında dönüşümlü olarak, Türkiye’den veya Türkiye bağlantılı bilim insanlarına verilmesi kararı alındı. 2015 yılı için Türkiye bağlantılı ödül Sosyal ve Beşeri Bilimler kategorisi olarak belirlendi.
2015 yılında TÜBA üyeleri, Türkiye’deki üniversite rektörlükleri ve dünyadaki bilim akademileri aday göstermeye davet edilmişlerdir. Ulusal ve uluslararası hakem görüşleri ve alan komitelerinin değerlendirmesi sonucunda TÜBA Akademi Konseyi’nce ödül tevcih edilen bilim insanları:

Mizah Sayesinde Daha İyi Bir Yönetici Olmanın Beş Yolu

İş yeri aslında uygun mizah için mükemmel bir yer. Yöneticiler mizahı bir araç olarak kullanıp ofisin daha mutlu ve başarılı bir ortama dönüşmesini sağlayabilir. Daha verimli ve sempatik bir yönetici olmak için mizahı kullanmanın beş yolunu sizin için yazdım.
1. Ekibe yön verebilirsiniz
Bir yönetici olarak karşılaşabileceğiniz en büyük zorluklardan biri herkesin aynı yönde ilerlemesini sağlamaktır. Mizah, amacına ulaşması için uyum gerektiren bir ortaklık sürecidir. Şakalar en çok ortak bir hadiseyi herkesin anladığı zaman işe yarar. Bunu avantaja dönüştürün. Diyelim ki üç ay boyunca herkesin odaklanmasını istediğiniz bir rakibiniz var. Şirketinizin, kötü karakteri yenen bir süper kahraman olarak tasvir edildiği eğlenceli bir karikatür çalışanları ortak bir hedef etrafında, üstelik eğlenceli bir şekilde toplar.
2. Rahatsız edici durumları yumuşatabilirsiniz
Kimse zorlu bir konuşmadan hoşlanmaz. Bir yönetici olarak çalışanlarınızdan birini eleştirmeniz gerektiğinde bu durum hem sizin hem de karşınızdaki kişi için son derece güçtür. Mizah durumu biraz daha hafifletebilir. Kötü haberi vermeden önce büyük bir hatanızdan ve sonra bunun üstesinden nasıl geldiğinizden bahsedin. Çalışanınız sizi daha dikkatle dinleyecek ve her ikinizin de zaman içinde gelişmeye açık iki insan olduğunuza inanacaktır.
3. Önemli konuları akılda kalıcı yapabilirsiniz
Çoğu insanın çocukluğundaki şakaları daha iyi hatırlamasının bir nedeni var. Şaka dediğimiz olgu insanda bir “Evraka!” hissi uyandırır. Şaka boyunca bir düşünce sürecinden geçersiniz ve sonunda can alıcı bir dönüşle şaka sizi bambaşka bir yöne sürükler. Bu tezat kahkahayla bir araya gelince o fikir zihninizde kalıcı bir yer edinir. Öğretmek istediğiniz fikirle alakalı komik bir şaka oluşturursanız herkes bilmesi gerekeni daha iyi hatırlayacaktır.

Edebiyat ve Her Şey

Şeyh Gâlib der ki “Gele bir devr ki bu Gâlib’i yâd eyleyeler / Fırsat-ı sohbeti ahbâb ganîmet bilsün.” Yani “öyle bir gün gelecek ki Gâlib’i hatırlayacaksınız ve ondan söz ederken bu sohbet fırsatını ganimet bileceksiniz.” Şeyh Gâlib büyük bir şair olduğu için bunu söyleyebilir, benim burada ifade etmek istediklerim için böyle bir durum söz konusu değil elbette, estağfurullah.
Nefî’nin çok sevdiğim bir beyiti vardır: “Rind-i aşkız hâsılı Nef’î-i bî-pervâ gibi / Âşinâya âşinâ, bîgâneye bigâneyiz.” İlk dizesi değil belki ama ikincisi bir mottodur benim için. Nef’î burada der ki “Bize kim yakın, bize kimler dostluk gösteriyorsa işte biz onlara aşinayız.” Bu mecliste sizlerle birlikte birbirine aşina olanlar arasında bir sohbet olsun istiyorum.
Divan Edebiyatı
“Edebiyat ve Her Şey” konusuna gelirsek… Burada edebiyatın önceliği olduğunu söyleyebiliriz. Dikkat ederseniz konumuz “Her şey ve Edebiyat” değil, tam tersi. Bu nedenle önce edebiyattan söz edip oradan her şeye geçebiliriz. Edebiyat derken, burada kendi tercihlerimi öne çıkarmak durumundayım. Çünkü benim için edebiyat demek şiir demektir. Neden? Modernleşme denilen süreçle birlikte Türk edebiyatına giren türlere karşı biraz bigâne durdum. Batı’dan ithal roman, hikâye, tiyatro ve deneme gibi türlerden söz ediyorum. Hatta bir anlamda “kritik” ya da “eleştiri” dediğimiz türden de söz etmemize olanak yok. Osmanlı toplumu modernleştikten sonra Türk edebiyatına giren türler bunlar. Türk edebiyatında Batılı anlamda bir roman ya da öykü geleneğine ancak Tanzimat’tan sonra rastlayabiliyoruz. Ama şiir var ve hep var. Yani Türkler İslam’a intisap etmeden önce başlayan bir şiir geleneği mevcut. İslam’la birlikte daha da gelişen, gümrah hale gelen büyük bir şiir geleneğinden bahsediyorum. Bu gelenek hem Divan edebiyatı bağlamında hem de halk şiiri bağlamında… Bâkî’nin, Fuzûlî’nin, Nedim’in, Nef’î’nin ve benzeri büyük şairlerin eserlerini okurken yakın çevremdekilere hep şöyle derken bulurum kendimi: “Bu adamlar bizden iyi yahu.” Gerçekten Divan edebiyatımız büyük bir edebiyattır. Ama maalesef okullarımızda bu hazineyi yeterince değerlendiremiyoruz.
Şiirin Geriye İtilmesi
Benim tezim hep şu olmuştur: İslam Medeniyetinin söylemi doğrudan doğruya şiirdir. Bugün Türkiye’de şiirin geriye itilmesi, şairlerin kimliklerinden yeterince söz edilmemesi; buna karşın romancıların özellikle çok daha fazla kamuoyunda kendilerinden söz ettiren kişiler olması, açıkçası bana çok hüzün verici geliyor. Çünkü şiirin geriye itilmesi durumu söz konusu ise bu bir medeniyetin geriye itilmesi anlamına gelir. “E ne var bunda?” ya da “Şimdi roman çağı” diyenlere karşı bunu böylece kabullenmek durumunda mıyız? Elbette değiliz. Çünkü Türk insanı asırlar boyu kendini şiirle dile getirmiştir. Aslında bu konuyla ilgili bir tartışma da açmak istiyorum. Tevfik Fikret’in dediği gibi “Barika-i efkârdan musademe- i hakikat doğar.” Yani fikirlerin çatışmasından hakikat şimşeği doğar, demektir. Yoksa birbirimizi destekleyecek argümanlar ileri sürmenin bir getirisi yok.

Beyni Başarı İle Kandırmak

Programınızda hayata dair küçük detayları ele alıp bunları insan biyolojisiyle harmanlıyor ve ilginç çıkarımlar yapıyorsunuz. Bu fikir aklınıza nasıl geldi?
Brain Games aralarında yazarlar, beyin uzmanları, sinir bilimciler ve benim de bulunduğum birçok aklın iş birliği yapmasıyla ortaya çıkmış bir proje. Oyunları ve beyninizin gerçeklik üretme becerisini katılımcı bir şekilde bir araya getiren interaktif bir tecrübe oluşturmak için çalışıyoruz. Eğlenerek öğrenmenin ta kendisi aslında.
Beynimizi eğitmek mümkün mü?
Kesinlikle. Bilişsel kısayolları ve ön kabulleri öğrenmek daha iyi kararlar vermemizi sağlar. Dünyada daha verimli olabilmek için algısal sınırlarımız hakkında bildiklerimizi bir araya getirebiliriz.
Tüm farklılıklara rağmen beynimiz bazı ortak yöntemlerle kandırılabiliyor. Aslında hepimizin aynı zihni paylaştığını söyleyebilir miyiz?
Hepimiz aynı yerleşik sınırlamalara sahibiz. Beynimiz dış dünyadan sınırlı sayıda veri alıp bir tür tahmin oyunuyla, deyim yerindeyse boşlukları doldurur. Beyniniz dünyada yönünüzü bulmanıza yardımcı olmak için belirli kalıplar kullanıp çıkarımlar yapar. Bu çıkarımlar çoğu zaman kullanışlı olsa da bazen hatalı olabiliyorlar.
Bir eğlence programına felsefi bir tavırla yaklaştığınız düşünülüyor. Buna katılıyor musunuz? Programınızı eşsiz kılan nedir?
Evet, katılıyorum. Brain Games beynimizin “gerçekliği” nasıl algıladığı ve oluşturduğuna dair felsefi bir konuşma başlatmak için hile ve oyunları giriş noktası olarak kullanıyor. Algının dünyayı nasıl şekillendirdiği ve algının da dil, kültür, müzik, teknoloji gibi etkenlerle nasıl değiştiği gibi konuları konuşmanın önemli olduğunu düşünüyorum. İnsanlar dünyayı, dünya da insanları şekillendiriyor. Geldiğimiz noktaysa gerçekliğin şekillendirilebilir olduğu.

Beyin Kanseri Tedavisinde Türk Bilim Adamlarından Dev Adım

Çalışmalarını ABD'nin önde gelen üniversitelerinden Yale Üniversitesi'nde sürdüren Türk bilim adamı Prof. Murat Günel ve ekibi, beyin kanseri tedavisinde dünyada çığır açacak bir çalışmaya imza attı. Yale Üniversitesi Beyin Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Günel, Türkiye ve Almanya'dan bilim adamları ile işbirliği içinde yaptığı çalışmada, beyin kanserlerinin iyi huylu tümörlerden genetik olarak kansere dönüşmesine neden olan mekanizmaları keşfetti. Günel'in konuyla ilgili bilimsel çalışması, pazartesi günü bilim dünyasının önde gelen yayın organlarından Nature Genetics'te yayınlandı.
ABD'nin Chicago kentinde Nortwestern Üniversitesi Hastanesi Kadın Doğum Bölümü Anabilim Başkanı Prof. Dr. Serdar Bulun ile birlikte ABD Ulusal Bilimler Akademisi'ne seçilen iki Türk bilim insanından biri olan Murat Günel, yaptığı açıklamada, “Kanser tedavilerinde en önemli gelişme, kanserin niye olduğunu, nasıl ortaya çıktığını anlayabilmek. Bunu da en son genetik teknolojiler, genomic teknolojiler, kanserin genetik şifresini okuyabilmemizi sağlayan teknolojiler ortaya çıkardı; biz de bu teknolojileri kullandık" dedi.
Şifreleri Çözerek Anladık
Bütün tıbbi gelişme ve cerrahi gelişmelere karşın, “glioblastoma” ya da kısaca GBM olarak bilinen beyin tümörlerinin, en çok ölüme yol açan kanser turu olduğuna değinen Günel, “Beyin tümörleri bazen iyi huylu olarak başlayabiliyor. Özellikle genç yaşlarda, 20'li, 30'lu yaşlarda. İyi huylu olduğu halde, bazen 10 sene, bazen 20 sene sonrasında, uzun sürelerden sonra habis hale dönüşüp maalesef bir sene içinde hayatın kaybına yol açıyor. Bu iyi huylu beyin tümörlerinin, kötü huyluya, nasıl kansere dönüştüğü bilinmiyordu. Biz Türkiye ve Almanya ile ortak bir çalışma yaparak 41 tane hasta belirledik. Bu hastalarda, beyin tümörleri iyi huylu çıkıp, daha sonra kansere dönüşmüştü. İki tümör dokusunu da, iyi huyluyu da, kötü huyluyu da alıp, bunların şifresini okuyarak farklılıkları belirledik. Bize bu kanserin nasıl ortaya çıktığını gösterdi" dedi.

Önce Hayvanlarda Sonra İnsanlarda
İnsanların genetik şifresinde 3 milyar harf olduğunu belirten Günel, “Bunlardan yalnızca yüzde 1'i protein, yani hücrenin temel yapı taşlarını kodluyor. Yüzde 99'u ne işe yaradığı bilinmeyen bölgelerde. Biz beyin tümörlerinin, kanser haline gelmesinde, özellikle protein kodlamayan

Nice Güzel Yıllara Ülkem

29 Ekim 2015 Türkiye Cumhuriyeti'nin 92.yılı kutlanıyor. Ülkemiz 92 yıldır güçlenerek ve gelişerek varlığını sürdürüyor. Bu güç ve gelişme bir arada yaşam kültüründen, bir birini anlamadan ve birbirine güvenden gelir. Ülkemiz güzeli, iyiyi hak etmektedir. Bunu sağlamak tüm yönetici ve idarecilerinin en öncelikli görevidir. Ülkemizin güzel insanı bu beklentiler ile bu yetkilerini sunmaktadır yöneticilerimize... Güzellik ve iyilik dileklerimizle Cumhuriyetimizin 92. yaşını kutlar, nice daha güzel ve güçlü yıllara dileklerimizi sunarız...

Azmin Zaferi: Milli Takım Fransa 2016'da

Övünülecek bir gün 13 Ekim 2015. Ve sevinilecek bir gün, ders olarak gösterilecek bir gün. İnanca, pes etmemeye, yılmamaya, çalışmaya ve odaklanmaya adanacak bir gün.
Başta, rakipleri kâğıt üstünde değerlendirip, hafife almanın; Buna ek olarak, başarısızlık tünelinde bocalayan ve çıkış için yeni oluşumlar deneyen bir takım olmanın dezavantajı ile, çok kötü başladık bu yolculuğa. Toparlanmak bir yana, her geçen maçta daha da bir derine daldık, bu başarısızlık girdabında.
Eleştiriler can yakıcı, acımasız ve fırsat kollayan türdendi. Hedefte, başta teknik direktör, Federasyon başkanı ile öne çıkan popüler futbolculardı. Eleştirilerin dozu ve kapsamı, başarısızlıkla artıkça artı ve alakasız konulara sıçradı. Popüler olmanın doğal bir parçası olan kıskançlık, çekememezlik, saldırmak için uygun ortam buldu. Ayrıca, kulüpler düzeyindeki rekabet, çekişme ve zararı ölçülemeyecek boyutta olan Şike Süreci ayrı bir darbe vurdu Milli Takıma. Üstüne İstanbul seyircisindeki Milli Takımdan ayrışma ve kulüp mantığı ile davranma, psikolojik, olarak olumlu olması gereken taraftar desteğini de, negatif etkisi olan zararlı bir güce döndürdü.
Böyle üst düzey turnuvalara katılmak ve bu konuda süreklilik kazanmak belli bir kültür, istikrar ve disiplin gerektirmektedir. Bizlerde bunlar eksik olduğundan, genel geçer başarılar ile yetinmekteyiz. Umarız bu günden sonra bu konudaki eksikliğimizi giderir ve sürekliliği olan bir yolculuğa uğurlarız Milli Takımı.
Böyle bir ortamda, böyle formsuz bir takımdan ve imkânsız gibi görünen bir puan tablosundan Mucize diye adlandırabileceğimiz bir gurur tablosu çıktı ortaya.
Bu mucizenin (Mucize dememizin sebebi: Sadece bizim alacağımız sonuçlara bağlı olmayan, bizim dışımızda farklı takımların da alacağı 3 veya 4 sonuca bağlı olan denklemin gerçekleşmesidir.) sebepleri konusunda yüzlerce şey denilebilecek, ancak  özetle bunu yapmaya çalışırsak; Öncelikle birinci sıraya "inancı" koyarız. İnanç olmadan bu yolculuk başlayamazdı. Her şeyin bitmediği ve başarılabilecek bir hedef olduğu konusundaki inanç, yolculuğun itici gücü oldu. Sonrası, ciddiyet, çalışmak, çalışmak ve çalışmak. Pes etmeden hedefe varmak için son ana kadar çalışmak, direnç göstermek ve ileriye doğru yürümek. Ayrıca herkesin ortak tespiti olan stat değişikliği de bu konudaki olumsuz psikolojik baskıyı ortadan kaldırıp, olumlu ve arkadan ileriye doğru itici, güvenilir bir güce çevirmiştir.
Tüm bu, Mucize diye adlandırdığımız süreç sonunda başarıya ulaşılan yolculuğun mimarı olarak, öncelikle gerek baştaki başarısız girişte hedef haline gelen, gerekse sonrası içine düşülen umutsuz durumda, bu başarı inancı aşılayan, bunun için varını yoğunu ortaya koyan FATİH TERİM gösterip, övmeli, tebrik etmeliyiz

O kadar acımasız, hatta pek çoğu zehirli olan eleştiri oklarını göğüsleyen, kendisi olduğunu es geçmeden, öncelikli olarak ta her türlü övgüyü ve güzel sözü Ona yollamalıyız. Sonrasında FATİH hoca etrafında bir olan ve gösterdiği zor yolculukta bu inancı özümseyip, ter akıtan oyunculara takdir ve teşekkürlerimizi sunmalıyız.
Son olarak, yıpranmış, zor bir hedefe umutsuzca ve sahipsizce odaklanmış bu ekibe sevgi dolu, inanç dolu desteğini sunan, kalplerindeki katışıksız Milli Takım sevgisini tüm sıcaklığı ile sunan, Konya seyircisine ayrı bir paragraf açmalıyız.

Gerek puan gerekse mental olarak dibe vurmuş bu takımın yaralarını koşulsuz sevgisi ile saran ve güvenle sahaya çıkmasının uygun ortamını sağlayan Konya şehri ve Torku Arena'daki seyirciler bu başarıda küçümsenemeyecek bir pay sahibi olmuşlardır. 

Fatih Terim gibi, Milli Takım gibi, tarihe bakanlar, onları da bu başarının mimarlarından sayarak, anacaklardır. Bu gurur onlara, bu sevinç te bizlere bu günlerde fazlası ile yeter.

Arda Turan: Şimdi her gün köfte var ama aynı tat yok

Hayat büyüdükçe insana şekil verir ve kendi yolunu seçmesi konusunda zorlar. Kimine dert, tasa, yokluk verir sınar; Kimine ne gam verir, ne tasa, üstüne de bonkörce varlık verir sınar.
Tepkilerimiz bizi biz yapar. Ömür uzun bir yolculuk gibi görünse de, yaş geçtikçe zaman hızlanır ve neticede göz açıp kapama anı kadar bir sürede sona erir, haber vermeden.
En zor sınavlardan biri varlık içinde, güçlü kuvvetli iken verilen mücadeledir. Bizi biz yapan karakteristik özellikler o zaman daha bir zor zapt edilir, daha bir zor eğilir, daha bir zor şekle girer. Gözümüz, burnumuz, popomuz yukarılarda olduğundan neyi kırık döktüğümüzü, neyi ezip geçtiğimizi, neye kör sağır kaldığımızı pek anlayamaz, bilemeyiz. Hayatı hep yukarılarda lay loy lom biçiminde sanarız.
Halbuki hayatı bir balon olarak düşünürsek bizim ki biraz daha fazla şişmiş ve yukarılara çıkmıştır. Sonunda bir gün içi boşalıp, yere konacaktır. Bunu bilmek yüksek bir erdem gerektirir. İnsan olmanın vasıflarını bünyesinde barındırmak gerektirir.

Türkiye Ödeme Yöntemi "TROY" Yeni bir Dünya Açıyor

Türkiye, banka ve kredi kartlarında kendi ödeme yöntemini hayata geçirmek için düğmeye bastı. MasterCard ve Visa’ya rakip olması beklenen ‘milli’ ödeme yöntemi ‘TROY’ da (Türkiye Ödeme Yöntemi) sona gelindi. 1 Nisan 2016 tarihinden itibaren Türkiye kendi ödeme yöntemini kullanmaya başlayacak.
KREDİ ve banka kartlarının sağ alt köşesinde yer alan ödeme sistemini gösteren alanda artık bir Türk markası da yer alacak. Bankalararası Kart Merkezi (BKM) tarafından geliştirilen yerli ödeme yöntemi ‘TROY’ (Türkiye’nin Ödeme Yöntemi) 1 Nisan 2016 tarihinden itibaren uygulamaya geçecek. MasterCard, Visa’ya rakip olması beklenen TROY’un Türkiye’de bulunan 164 milyon adet kartta kullanılması bekleniyor. TROY aynı zamanda İngilizce’de Truva anlamına geliyor. BKM Genel Müdürü Soner Canko, “TROY kısa süre sonra hayata geçecek. Bugüne kadar bilgi birikimi ve teknoloji gücü ile oluşan altyapımızla artık kendi ödeme yönetimimizi yaratmanın zamanı gelmişti. Türkiye’de 106 milyon banka kartı, 58 milyon kredi kartı ve 2.4 milyon adet POS cihazı bulunuyor. Yıllık kartlı işlem tutarı 400 milyar dolar” dedi.
Yurtdışına Açılabilir
Küresel düzeyde 1 milyarın üzerinde kredi kartı ve banka kartı için faaliyet gösteren sistemlere, yerel düzeyde özelleşen taleplere cevap verecek, farklı bir alternatif ihtiyacın giderek arttığını söyleyen Canko, çeşitli ülkelerde de yerel düzeyde bakıldığında alternatif ödeme yönteminin mevcut olduğuna işaret etti. Canko, şöyle konuştu: “Almanya, İtalya, Fransa gibi ülkeler bu uygulamaları gerçekleştirdi. Brezilya, Çin ve Rusya gibi ülkeler ise çalışmalar yapıyor. Bu da ne kadar doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. ‘Ben buna katılmayacağım. Ben bu işte yokum’ diyen banka olmadı. 2.4 milyon POS cihazında TROY kullanılabilecek ve 45 bin ATM de TROY’a para ödeyecek.”
Müşteri tercih yapabilecek
SONER Canko, TROY’un stratejisi ile ilgili olarak da şunları anlattı: “Türkiye’de gerçekleştirilen işlemlerin yüzde 60’ı nakit, yüzde 40’ı kartlarla yapılıyor. Var olan mevcut uluslararası markalarla

Türkçe, yeni bilim terimlerine kavuştu

Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü Projesi kapsamında hayata geçirilen Mühendislik Terimleri Sözlüğü, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği öğretim üyesi Prof. Dr. Bülent Sankur’un yürütücülüğünde hazırlanarak www.tubaterim.gov.tr adresinde kullanıma sunuldu. Yüzlerce akademisyenin gönüllü katkısıyla, adeta kuyumcu titizliğiyle çalışması sonucunda kapsamlı bir kaynak oluşturduklarını belirten Sankur, Türkçeye bilim ve teknoloji terimleri kazandırmayı amaçlıyor.
22 mühendislik alanının temel terimlerini kapsayan, eğitim ve öğretimde, yayınlarda, yönetmeliklerde geçen, endüstri, araştırma ve ticaret pratiğinde kullanılan 33 bin terimden oluşan Mühendislik Terimleri Sözlüğü, şimdiye kadar gerçekleştirilemeyen Türkçede terim  birliğine varılması konusunda önemli bir  rol oynayacak; diğer yandan da Türkçe bilim ve teknoloji yazınında bir başvuru kaynağı olacak.
Projenin yürütücülüğünü üstlenen Prof. Dr. Bülent Sankur, yaklaşık 35 yıldır ülkemizde bilim dilinin gelişmesi için emek veriyor. Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen TÜBA 47. Genel Kurulu’nda, Mühendislik Terimleri Sözlüğü’nün yayına girmesi sürecindeki çalışmalarından dolayı kendisine bir plaket sunulan Prof. Dr. Bülent Sankur ile yürütücülüğünü üstlendiği proje hakkında konuştuk.
2010’ların başından bu yana bu projenin başındasınız. Öncelikle, bu çalışma nasıl bir ihtiyaçtan kaynaklandı, öğrenebilir miyiz?
Yaklaşık 35 yıldan beri sözlüklerle, terim çalışmaları ile uğraşıyorum. Bu biraz Türkçeye olan tutkumdan Türkçenin güzelliğine inancımdan kaynaklanıyor. Bilimin, felsefenin düşüncenin ancak bir dilin aydınlığında gelişebileceğine inandığım ve Türkçenin de buna elvereceğine inandığım için uzun yıllardan beri güzel Türkçe yazı yazmaya çalışıyor; Türkçe terimler geliştirmekle uğraşıyorum. Daha önce Türk Dil Kurumu üyesiydim, birçok defa sözlüklerim yayımlandı ve İnternet’teki elektronik sürümlerinin yüzbinler mertebesinde indirildiğini duydum. Daha önceki çalışmalarım kendi meslek alanımda,  bilişim ve elektronik mühendisliği alanındaydı. O alanda çok kapsamlı bir sözlük hazırlamıştım. Bu sözlük defalarca basıldı ve piyasada tükendi. Önceki çalışmalarımı dikkate alan kurum beni, Türk Bilimler Akademisi Mühendislik Bilimleri Sözlüğü’nün yürütücülüğüne getirdi ve halen bu görevi sürdürmekteyim.
Bu proje, Türkçedeki kavram ve terim kargaşasını bir noktada sona erdirmek, bir terim birlikteliği sağlamak, Türkçe’nin gelişmesine yol açmak amacıyla başlatılmış olan bir proje. Bu projenin sonunda 100 bin terime yakın bir dağarcık ortaya çıkacak. Mühendislik bilimlerinde dalındaki sözlükte 33 bin terim var. Bu halen gelişmekte olan bir dağarcık. Doğa bilimleri sözlüğü, tıp terimleri sözlüğü, sosyal bilimler sözlüğü olmak üzere dört sözlüğün birlikteliğiyle 100 bin terim civarında olacak. TDK'nın Türkçe Sözlüğünde 55.000 madde başı olduğunu düşünürsek bu çalışmanın TÜBA’nın sözlük gelişimine ne kadar önemli bir katkısı olduğu anlaşılır.

Küçük ama Muhteşem Şeyler

Hayatımıza, dünyamıza, medeniyetimize etki eden, yön veren pek çok önemli olay temelinde küçük şeylere bağlı gelişir. Kişiliklerimiz etkileyen ve bizi biz yapan özelliklerimiz çoğunlukla farkında bile olmadığımız küçük ayrıntılar ile şekillenir, yol alır. 

Doğan Cüceloğlu'nun Savaşçı isimli kitabının bir anı/sunuş isimli bölümde öğretmeni ve çocukluğu ile ilgili anlattığı hikayede böyle bir etkinin yaşandığı muhteşem anlardan biri.

Kim bilir benzeri kaç hikaye şekil vermiştir, dünyamıza, medeniyetimize. Kimimizi sevecen, kimimizi gaddar; Kimimizi atılgan, kimimizi çekingen; Kimizi ahlaklı, kimimizi ahlaksız; Kimimizi üretken, kimimizi tüketen olarak yetiştirmiştir.

Hayata başlarken, yolumuzu çizip, kişiliğimizi oluştururken öğreticiler, eğiticiler çok önemli bir rol almaktadırlar. Onların küçük, önemsiz davranışları bile bizlerde inanılmaz etkiler yaratıp, yolumuza, karakterimize çok büyük etkiler yapabilir.

Bu anıda pek çok kişinin kendinden bir şeyler bulacağı muhakkaktır. Umarız hayatımıza güzel etkiler bırakacak, mesleğini seven ve canı gönülden öğrencileri ile ilgilenen öğretmenler  çoğalır dünyamızda. 

Bir anı/bir Sunuş

Ben yedi yaşında okula başladım.

İlk gün öğretmen bir oğlanı cetvelle dövdü; kıpır kıpır yerinde duramayan, bugünkü bilgiler çerçevesinde olsa, büyük bir olasılıkla hiperaktif tanısı konacak olan. Şükrü adında ufak bir oğlan çocuğu.

Çok korktum. Ertesi gün hastalandım. Sıtma oldum.

Sarhoş iğnecinin iğnesi sinire geldiği için sol bacağım kurudu, zayıfladı ve topal oldum. O yıl okula gidemedim.

Rahmetlik annem bacağıma aylarca sıcak kepek lapası sardı, geceler boyunca kan yürüsün diye o bacağımı ovdu. Ve ayağıma kan yürüdü, can geldi, dokuz ay sonra topal aksak, yine yürümeye başladım.

Ertesi yıl sekiz yaşında, korkarak okula gittim. Okulun ilk günü, güler yüzlü, sıcacık bakışlı bir öğretmen bizimle beraber çocuk sarkılan söyledi, “Aferin çocuklar, ne güzel söylediniz,” dedi. Ve benim saçımı okşadı. Gözümün içine baktı, gülümsedi.

Dünya Mirası Türkiye:12 Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı

Dünya Miras Komitesinin 38. Dönem Toplantısında Kültürel Peyzaj kategorisinde Dünya Miras Listesine alınan ve Helenistik, Roma, Doğu Roma ve Osmanlı Dönemlerine ait katmanları içerisinde barındıran Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı, Pergamon (çok katmanlı kent), Kibele Kutsal Alanı, İlyas Tepe, Yığma Tepe, İkili, Tavşan Tepe, X Tepe, A Tepe ve Maltepe Tümülüsleri olmak üzere dokuz bileşenden oluşmaktadır.
Kale Dağı’nın tepesindeki antik Pergamon yerleşimi anıtsal mimarisiyle Helenistik dönem şehir planlamacılığının en iyi örneğini temsil etmektedir. Athena Tapınağı, Trajan Tapınağı, Helenistik dönemin en dik tiyatro yapısı, kütüphane, Heroon, Zeus Sunağı, Dionysos Tapınağı, agora ve gymnasion yapıları bu planlama sisteminin ve dönem mimarisinin en seçkin örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Helenistik Bergama Krallığının başkenti olan kent, önemli bir eğitim merkeziydi. Daha sonra Roma İmparatorluğunun Asya Eyaleti başkenti olan Bergama, döneminin en önemli sağlık merkezlerinden Asklepion’a ev sahipliği yapmıştır.
Çevresindeki kültürel peyzaj ile birlikte Helenistik ve Roma Dönemlerine ait pek çok istisnai örneği içerisinde barındıran kent, özellikle Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait katmanlar üzerinde yayılmış olan Osmanlı dönemi mimarisine ait pek çok cami, han, hamam ve ticari merkez ile de önemini korumuştur.

Dünya Miras Listesine Alınma Tarihi: 2014
Liste Sıra No: 1457
Kaynak: Kültür Bakanlığı

Küçük bir incelik Büyük bir iyilik

Kanada'da yaşayan ve otizm sendromu oğlu olan bir annenin yazdığı mektup herkesi duygulandırdı. Genç anne, oğlunun hayatını paylaştığı bloğunda oğlu Timothy'nin okul arkadaşının annesine yazdığı mektubu paylaştı. Bu mektup bir çocuğun hayatını değiştirdi
Duygulandıran mektup oğlunun birçok doğum günü partisine çağrıldığını ama hiçbirine gidemediğini anlatıyordu,
Sevgili (Süper harika) anne,
Siz beni tanımıyorsunuz ama ben sizi tanıyorum. Oğlum Timothy, okulda sizin oğlunuzun yanında oturuyor. Timothy'nin otizm sendromu var. Ve 7 yaşında, oyun oynamayı çok seven bir çocuk. Okulda ekstra yardıma ihtiyacı oluyor ve bazen burnunun altında ne olduğundan bile haberi olmuyor.
Bazen arkadaşı olsun istiyor ama nasıl edineceğini bilmiyor.
Oyun oynamak istiyor ama bunu nasıl soracağını bilmiyor.
Bir şeylere dahil olmak istiyor ama nasıl yapacağını bilmiyor.
Biz, özel ihtiyaçları olan çocukların aileleri olarak çocuklarımızın sosyal ilişkilerden, arkadaşlıklardan mahrum kaldıklarında nasıl üzüldüklerini çok iyi biliyor. Spor organizasyonları, oyun oynama randevuları, pijama partileri ve şaşalı doğum günü partileri.
Ve oğlum bütün kalbiyle istese de bu partilerin tek bir tanesine bile katılamadı. Geçtiğimiz birkaç yılda sayısız davet aldık ama çocukların çoğu bütün sınıfı çağırsa da yanlarında görmek istediği ailelerden biri biz değildik. Sakın beni yanlış anlamayın, yine de teşekkür ederim.
Ama hepsini kibarca reddettik.
Ta ki sizin davetiyeniz bize aşağıdaki özel notla ulaşana kadar:

Afrika’nın zengin olduğunu Türkçe’de öğrendim

“Biz küçük yaşlarda İngilizce’yi öğrendik ve bize bu dilde Afrikalıların ve Afrika’nın fakir olduğunu öğrettiler. Şimdiyse Afrika’nın aslında zengin bir yer olduğunu öğrendim ve bunu Türkçe’de öğrendim.” Cemil, Türkiye Burslusu olarak Uganda’dan ülkemize gelen öğrencilerden sadece biri.
Onun için Türkiye’ye gelmek hayallerinin gerçeğe dönüşmesi demekti. Türkiye, onu III. Uluslararası Öğrenciler Mezuniyet Töreni’nde gösterilen filmle tanıdı. Cemil’in Türkiye Bursları ile tanışma hikâyesi büyük ilgi uyandırdı. Yaşanmış bir olaydan uyarlanan film, kısa zamanda yayıldı. Filmin sonunda ise güzel bir sürpriz vardı.
Cemil ailesiyle birlikte Uganda’nın fakir bir köyünde yaşıyor ve maddi imkânsızlıklardan dolayı üniversiteye gidemiyordu. Ancak bir gün Cemil'in Uganda’nın başkenti Kampala’daki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği binasının duvarında gördüğü Türkiye Bursları ilanı onun hayatını değiştirecekti.
 “ Benim adım Jamil Mwanja 20 yaşındayım. Annem terzi, babam oduncu ve yedi kardeşiz. Uganda’nın Jinja şehrinde Vantunda köyünde yaşıyordum. Liseyi bitirdikten sonra en büyük hayalim üniversite okumaktı. Ama bu yaşadığım yerde neredeyse imkânsızdı, çünkü yaşadığımız yer çok fakir bir yer burada her şey çok zor.” Bütün bu zorluklara rağmen bu güzel hikâyenin de bu imkânsız günlerde başladığını söylüyor Cemil.
Üniversiteye gidemeyince köydeki çocuklara okuma yazma öğretmeye başlıyor. Bu amaçla çocuklara defter ve kitap almak için gittiği Kampala’da Türkiye Bursları ilanını görüyor. Cemil bu heyecanını şöyle anlatıyor: “Birden içimi müthiş bir heyecan kapladı, hemen ilandaki e-postayı elime yazdım ve bir internet kafeye koştum. Başvurumu yazıp telefon numaramı bıraktım. Türkiye’ye gitmek için bol bol dua ettim Allah’a. Allah’ım bana bir baksana Türkiye’ye gitmek istiyorum ya. Çok çok, yani her zaman, her namaz bittikten sonra dua ediyordum.
”Cemil’in duaları kabul olmuş, Türkiye Bursları mülakatlarına çağrılmıştı. Mülakat güzel geçmişti. Ama bursu kazanıp kazanmadığını bilmiyordu. Bunun için bir elektronik posta atılacağı söylenmişti. Ancak küçük bir sorun vardı. “Yaşadığım yerde internetim yoktu, internetin olduğu en yakın yer saatlerce uzaktaydı. Bu problemi kesinlikle çözmem gerekiyordu, çünkü bu hayatımın en önemli fırsatıydı. Her hafta sonu maillerimi kontrol etmek için şehre gitmek zorundaydım, ilk yolculuğumu yürüyerek yaptım ve tam 6 saat sürdü.

İyiturks Bilim: Şakir Kocabaş

Şakir Kocabaş 1945 yılında İstanbul'da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul'da gördü. 1970 yılında İTÜ Kimya Fakültesinden mezun oldu. Türkiye ve İngiltere'de kimya sanayiinde çalıştı. 1985-90 yıllarında Londra Üniversitesi King's College'da yapay zeka alanında doktora yaptı. 1991 yılında Türkiye'ye döndü, ve Tübitak Marmara Araştırma Merkezinde (MAM) Yapay Zeka Bölüm Başkanı olarak göreve başladı. 1992 yılında İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi'nde göreve başladı. 1998 Ağustos ayına kadar MAM'daki görevine de devam etti, ve iki büyük uluslararası EUCLID simülasyon projesinin proje yöneticiliğini yaptı. Bu projeler 1997 yılında başarıyla tamamlandı ve MAM'da "Yılın En Başarılı Projesi” ödülünü kazandı.
Dr. Kocabaş'ın yapay zeka alanında 20'den fazla uluslararası dergi ve konferans yayını, 10 ulusal konferans yayını bulunmaktadır.
Dr. Kocabaş'ın akademik çalışmaları dışında üç de felsefi eseri bulunmaktadır:
* İfadelerin Gramatik Ayırımı (Ekin Yayınları, İstanbul, 1984)
*İslam'da Bilginin Temelleri (İz Yayıncılık, İstanbul, 1997)
*Fizik ve Gerçeklik (Küre Yayınları, İstanbul, 2001)

İlk iki eser yayınlandıkları yılda (1984 ve 1997) kendi dalında Türkiye Yazarlar Birliği'nin birincilik ödülünü kazanmıştır. (1)
Ekşi Sözlük’ten (2)
* Yapay zeka konusunda elde ettiği başarısıyla göğsümüzü kabartmış bir mübarektir!
Efsaneye göre (ki resmi kayıtlarda geçer, öyle dediğime bakmayın): 6 ülkenin savunma bakanlıkları bir projede ortak çalışma kararı alırlar. olay özetle "uçak simülasyonudur". Proje parçalara bölünür ve en zor bölümü de türk ekibine verilir: "pilot üretmek". Yani yapay zeka'dır konu. bu amcamlar da verilen sürede üzerilerine düşen görevi üstün başarı ile aksatmadan tamamlarlar. sonuç mükemmeldir.

Türkiye Posterleri: Lale





Lale, süs bitkisi olarak yetiştirilen, soğanlı, çok yıllık otsu bitki türlerinin ortak adıdır. Anavatanı Pamir, Hindukuş ve Tanrı dağlarıdır. Türkler göçleri esnasında bu bitkinin soğanlarını Anadolu'ya getirmiştir.



Aristoteles ve Uygulamalı Felsefe

Felsefe teorik bir etkinlik olarak görülür genellikle. Dolayısıyla günlük yaşamdan uzak, yaşam sorunlarıyla pek ilgili olmayan bir alan olduğu düşünülür. Oysa başlangıcından beri felsefe kimi tarihsel dönemlerin dışında, yaşam sorunlarıyla yakından ilgili olmuştur hep. En teorik soruların ele alındığı durumlarda bile filozofların aslında günlük yaşamın içinden çıkıp gelen sorunlarla yakından ilgilendikleri görülmektedir. Eskiçağda bunun en iyi örneklerinden biri Aristoteles’tir.
Eskiçağda felsefeyi doruğuna taşıyan Aristoteles bilindiği gibi felsefenin dört temel alanını birbiriyle bütünleştirip sistematik hale getiren ilk filozoftur. Bu bakımdan Eskiçağda felsefenin teorik yönde gelişimine katkısı büyüktür. Gerçi onun bu başarısında hocası Platon’un, dolayısıyla da Sokrates’in önemli bir payı vardır. Ayrıca, bu başarıya Sokrates öncesi düşünürlerin yapmış olduğu katkıyı da unutmamak gerekir. Bu filozoflar felsefenin hepimizce bilinen dört temel alanının (varlık felsefesi, bilgi felsefesi, mantık, etik) temelini atmış, Aristoteles de bunları birbirine bağlayarak felsefeyi tam ve bütünlüklü bir teorik etkinlik olarak ortaya koymuştur. Bundan dolayı Aristoteles daha sonra yapılan teorik ve pratik felsefe çalışmaları için vazgeçilmez bir kaynak olmuştur. Örneğin kendi döneminde Stoa Okulu ve Roma Dönemi düşünürleri özellikle pratik sorunlar konusunda büyük ölçüde Aristoteles’ten beslenmişlerdir. Daha sonra Ortaçağın önemli filozofları (örneğin Thomas Aquinas, Abelardus) yine büyük ölçüde Aristoteles’e dayanarak felsefe etkinliğini sürdürmüşlerdir.
Felsefe tarihindeki yeri ve önemi tartışılmaz olan Aristoteles daha sonraki dönemlerde de bazen örtük bazen de açık şekilde ana başvuru kaynağı olma özelliğini taşımıştır. Bu durum günümüz için de geçerlidir. Aristoteles’in daha sonraki çalışmalarda onu böyle vazgeçilemez kılan yanı yukarıda da belirtildiği gibi felsefenin belkemiği olan dört temel araştırma alanını bütünleştiren bir teorik felsefe ortaya koymuş olmasıdır. Dolayısıyla ister günümüz ister sonrası için olsun, felsefe yapmanın söz konusu olduğu her durumda Aristoteles’e başvurmak, başka deyişle ondan yardım almak kaçınılmaz bir gereksinimdir.

Eczacıbaşı VitrA Dünya Şampiyonu

Avrupa Şampiyonu Eczacıbaşı Vitra, Rus takımı Dinamo Krasnodar’ı 3-1 yenerek Dünya Kulüpler Şampiyonu olarak tarihe adını altın harflerle yazdırdı.
Dünya voleybolunda bu yıl fırtına gibi esen turuncu beyazlılar Avrupa Şampiyonluğu'ndan sonra, Dünya Kulüpler Şampiyonu da oldu. Turnuva da Rusya’nın Dinamo Krasnodar takımı 2., Brezilya’nın Rexona takımını 3-0 yenen İsviçre’nin Volero Zürih takımı ise 3. oldu. 
Karşılaşmayı  taraftarlar arasında izleyen Eczacıbaşı Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve Eczacıbaşı Spor Kulübü Başkanı Faruk Eczacıbaşı maçtan sonra büyük coşku yaşadılar. Eczacıbaşı Vitra, Dünya Kupası'nı alırken aynı zamanda 210 bin ABD doları ödülün de sahibi oldu.
Rahat Kazandı
İlk sete baskılı başlayan Eczacıbaşı Vitra ilk teknik molaya 8-4 önde girdi. Takımın lider ismi Neslihan’ın eski günlerine döndüğünü göstermesi ve 7 sayı alarak arkadaşlarına itici güç yaratmasıyla Eczacıbaşı Vitra bu seti 25-16 kazanarak durumu 1-0 yaptı.
Neslihan etkili oyunuyla Eczacıbaşı'na kupayı getiren isimlerden oldu.
2. sette de Eczacıbaşı Vitra’nın üstünlüğü vardı. Dinamo Krasnodar 18-18’de takımımızı yakalasa da Neslihan ve oyuna son dakikalarda giren De la Cruz’un peş peşe aldığı sayılarla set 25-21 Eczacıbaşı’nın oldu 2-0.
Maçın 3. seti ise Rus takımının üstünlüğüyle geçti. Krasnodar bu seti 24-26 alarak durumu 2-1 yaptı.  

Koca Yürekli Cardozo ve Bizim Altın Çocuklar

Gündemin iç karartıcı ortamında içimizde güzel kıvılcımlar oluşturan ve insani yanımızı ortaya çıkaran küçük bir haber yüzümüzde gülümseme, yüreğimizde bir rahatlama etkisi yarattı. Birincisi farklı bir kültürden gelmiş ve star sayılabilecek bir şöhrete sahip bir oyuncunun böyle alçakgönüllü bir girişim ile küçük yürekleri mutlu etmesi alkışlanacak bir şey. Demek ki spor sahalarındaki gaddarlaşma ve insanlığın kayboluşu tam olarak egemen olmamış her yana. Hala güzel davranışlar ve insani duygular mevcut.
Diğer bir dikkat çeken ve bizleri gelecek adına fazlası ile umutlandıran resimlerdeki çocukların durumu oldu. Çocuklarda bir özgüven, mutluluk ve canlılık vardı. İnanıyoruz ki bu çocuklar geleceğin Türkiye’sinin gururlanılan güçleri olacaktır. Bizler çocukluğumuzda bırakın böyle meşhurları, biraz eli yüzü düzgün birilerinin karşısında utangaç, mahcup ve ezilen çocuklardır. Kendimizi ifade edemez, bu tarz karşılaşmalardan kaçınırdık.
Ama maşallah yeni nesil öncelik ile özgüveni yüksek ve donanımlı olarak sağlam yol alıyorlar. Önleri istenilmeyen şeyler ile kesilmediği sürece önümüzdeki on yılların güvencesi olacaklardır.
Bu çocukları ve Kocaman yürekli, güler yüzlü Cardozo’yu tebrik eder, bu karşılaşmanın güzel şeylere vesile olmasını temenni ediyorum.
İyiturks
O Cardozo buraya gelecek!
Trabzonsporlu Oscar Cardozo'yu okula getireceğini vaad ederek 'Okul Başkanlığı' seçimini kazanan Trabzonlu ilkokul öğrencisi 9 yaşındaki Ömer Taha Çoban, sözünü tuttu....

Senin için Fenerliyim

Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi öncesinde yaşanan Fair-Play örneği, BJK TV'de yayınlandı.
F.Bahçe-Beşiktaş derbisi öncesi seromonide müthiş bir Fair-Play örneği yaşandı... Necip Uysal'ın önünde duran çocuk, "Ben sana düştüm ama F.Bahçeliyim... Artık Beşiktaşlı mı oldum?" diye sordu. Necip, minik çocuğa şu cevabı verdi: "Hayır, sakın üzülme. Sen hâlâ F.Bahçelisin.  Benim elimi tuttun diye artık ben Fenerliyim."
Bu harika olay BJK TV'de yayınladı. Çocuğun babası, Necip'e şu mektubu yazdı: "Değerli Oğlum Necip... Ben Fenerbahçe kongre üyesiyim ve iyi bir taraftarım.
İnsanlığı Kazandın!
Beşiktaş maçında 6.5 yaşındaki iki oğlum seremonide sahaya çıktılar. Oğlum ile girdiğin bu diyalogu hiç unutmayacağım... Eşim ile birlikte maç boyunca senin başarılı olmanı istedik. Kaybettiniz ama sen kazandın..."

İnsanlığın Yüzünü Güldüren Gözyaşı

Tekirdağ’ın Muratlı İlçesi’nde 2 yıl önce böbrek yetmezliği teşhisi konulan ve hayatını diyaliz cihazına bağlanarak sürdürülebilen 24 yaşındaki Gökhan Tarakçı, komşusu 61 yaşındaki Arif Kocabalkan’ın verdiği böbrek ile hayata tutundu. İstanbul’da yapılan böbrek naklinin ardından hayata yeniden başladığını ifade eden Tarakçı, "Arif amca babamı kahvehanede çaresizce ağlarken görünce durumu öğrenip böbreğini verdi. Ona nasıl teşekkür etsem bilemiyorum" dedi
Muratlı İlçesi’nde hamallık yapan 24 yaşındaki Gökhan Tarakçı’ya 2 yıl önce rahatsızlanarak gittiği Tekirdağ Devlet Hastanesi’nde böbrek yetmezliği teşhisi konuldu. Hemen tedavisine başlanan Tarakçı, uygun böbrek beklerken hayatını diyaliz cihazına bağlı olarak sürdürdü. Geçtiğimiz hafta baba İsmail Tarakçı, çaresiz olduğunu söyleyerek kahvehanede arkadaşlarına oğlunun durumunu anlattı. Gözyaşlarına boğulan baba maddi imkanı olmadığı için oğluna dilediği gibi bakamadığından yakındı.
Duyar duymaz böbreğini bağışladı
Tesadüfen kahvehaneye gelen komşusu Arif Kocabalkan, genç adamın hastalığını duyup kendi böbreğini vermeyi teklif etti.

İpekyolu'nun Sonundaki Vaha: Bursa

Geçmişi aklınızın bir kenarında tutarak, kendinizi ipek ticaretinin ilk günlerinde hayal etmeye çalışın. O telaş ve toz bulutu, davetkâr tatlar, zengin kokular… Her biri bu resmin ayrılmaz parçaları. Peki, 21. yüzyılın Bursa’sı tüm bunları yakalayıp canlı tutabilir mi?
“Osmanlı’nın ilk başkenti” ya da “Yeşil Bursa” gibi unvanlar çağrışım yapabilir. Ama Türkiye’nin dördüncü büyük kentinin diğer güzelliklerini ve ziyaretçilerine sunacağı onca şeyi tahayyül edebiliyor musunuz?
İpeği zaten biliyorsunuz. 1451’de inşa edilip sonradan bir çayevine dönüştürülen Koza han’da dükkânları ve tezgâhlarıyla size sürekli ipeği hatırlatacaktır. Ayrıca Bursa deyince akla kesinlikle ustasıyla birlikte gelen İskender Kebabı da unutmayalım. Bursa’da danıştığınız rehberlerin hepsi, pide parçalarının üzerine yayılmış dilim dilim kuzu etinin üstüne domates sosu ve yoğurt eklenerek sunulan yemeğin Bursa’dan çıktığını, adını, 19. yüzyılın sonlarında yaşamış usta İskender Efendi’den aldığını ve dünyaya buradan yayıldığını söyleyecektir. İddiaya göre, Bursa’daki orijinal Kebapçı İskender’de yediğiniz kebaptan daha iyisi hiçbir yerde yok.
Eşi benzeri olmadığı söylenen bir başka lezzet de Bursa şeftalisi. Öte yanda vanilyalı şeker şurubunda kaynatılan kestanelerden oluşan kestane şekeri de lezzeti ve zevki çağrıştırıyor. İşte size Bursa’dan ayrılmadan önce en azından bir tane kestane şekeri tatmak için bir neden.
İlk Osmanlı Başkenti
İstanbul’daki 4 bin dükkânlı Kapalı Çarşı’dan epey küçük olsa da, yukarıda sayılan her şeyi Bursa’nın sevimli Kapalı Çarşı’sında bulabilirsiniz. Elbette pek çok dükkânın en önemli ürünü, ipek. Aslen bir hamam olarak inşa edilmesine rağmen sonradan Orta Doğu kültürüne uygun olarak çarşıya çevrilen Eski Aynalı Çarşı da oldukça özel bir yer. Kentin her yerinde geleneksel Türk hamamları var ve hayatınız boyunca unutamayacağınız bir deneyim sunmak için ziyaretinizi bekliyorlar.