Antik Kentler: Coracesium (Alanya)

Türkiye'nin güney sahilinde en dikkat çekici manzaralardan birine sahip olan Alanya, denize uzanan kayalık bir yarımadanın üzerinde bulunur. Alanya, ilginç evlere, dik uçurumlara ve istihkâm duvarlarına sahiptir. Günümüzün Alanya’sı olan yerde bilinen en eski yerleşim alanı “kaya” anlamına gelen Coracesium şehridir. Bu şehir, bulunduğu yer itibariyle bazen Cilicia bazen de Pamphylia topraklarına dahil edilmiştir. Strabo, Cilicia’yı batıdan doğuya doğru betimlerken dik uçurumun üzerinde kurulmuş bir kale olarak tanımladığı Coracesium ile başlar.
Mükemmel limanına ve son derece korunmalı konumuna bağlı olarak bu yer, hemen hemen her çağda korsanların ya da ayaklanmacıların sığınağı olmuştur. Bu yüzden M.Ö. 199’da III. Antiochos’a karşı direnen tek şehir Cilicia olmuştur. Yarım asır sonra, bölgenin yöneticisi olan Diodotos Trypon da VII. Antiochos ile müttefik kalmayı reddetmiştir. M.Ö. birinci yüzyılda Akdeniz’de korsanlık Roma İmparatorluğu için büyük bir ekonomik ve politik sorundu; korsanların hububat gemilerine el koyması öyle boyutlara ulaşmıştı ki neredeyse Roma’yı bile açlık tehlikesiyle yüz yüze bırakmıştı. Bu sebepten, Puplius Servius M.Ö. 78’de Cilicia’ya gönderilmiş ve korsanlara karşı bir dizi sefer düzenlemiştir ama sonunda başarısız olmuştur. Ancak daha sonra M.Ö. 65’te Roma Senatosu tarafından yetkilerle donatılıp güçlendirilen Puplius, tüm korsan kalelerine karadan ve denizden saldırarak onları kendi kontrolü altına almıştır. En son düşen şehir Coracesium olmuştur ve bu süreç içinde sadece korsanların filoları yok edilmemiş aynı zamanda şehrin istihkâm duvarları da yıkılmıştır ve bu taşlar denize düşmüştür.

Sana Doğru Geliyorum Sevgili

Dingin bir gün… Kafamız çok rahat;Ne iş güç aklımızda, ne dert tasa…. Sanki bom boş tüy kadar hafifiz. Yazın en serin günlerinden birindeyiz. Serin bir meltem iyot kokusunu üstümüze serpiyor, sihirli konfetiler gibi. Mutluluk saçıyor bu serinlik, ruhumuza çok iyi geliyor. Farklı bir sessizlik var etrafta, sanki her şey durmuş, herkes susmuş bir biz varız gibi. Bizde bu sessizliğe ayak uydurmuşuz, kulak kesilmişiz bu huzur dolu ana.
Ve yola çıkma zamanı, mutluluğun kaynağına doğru yol alma zamanı. Yavaşça canlanıyor her şey. Bu huzur dolu sessizlik yolda da sarıyor her yanımızı. Sabah ki mutluluk yağmurları ıslatmış yolları ve etrafımızda ki canlı yeşil ormanı. Her şey daha belirginleşmeye ve anlaşılır olmaya başlıyor. Ama burası çok farklı bir dünya sanki. Masalımsı bir yerde sürüyoruz arabamızı mutluluğa. Kamyonlar bir başka, farlar bir başka, kabaran deniz bir başka görünüyor gözümüze.

Alex De Souza: Para Mutluluk Kaynağı Değil

Futbolcular ve benzeri popüler biçimde popüler meslek sahipleri genellikle magazinsel konular veya gerilim kaynağı tartışmalar ile gündeme gelirler. Ana konu başlıkları gece gezmeleri, lüks harcamaları, kavgaları ve benzeri içi boş şeylerdir.

Fenerbahçeli Alex yıllarca top koşturduğu ülkemizde tabii ki bu konular ile epeyce meşgul etti gündemimizi. Ancak bu işin doğası gereği işinde başarı sağlayıp, popülerlik düzeyi artıkça kaçma imkânı neredeyse sıfıra yakın bir yüzdeye sahiptir. Siz istediğiniz kadar uzak durmaya çalışın, var olan düzende basının öncülüğünde çok önemsiz konular hayat memat meselesi haline gelebilir; Pire için yorgan yakılabilir.

Futbol hayatını ülkesi Brezilya'da sürdüren Alex tatil için ülkemizde bulunuyor. Ve çeşitli nedenlerde bolca basınımızda yer alıyor. Bugün Hürriyet gazetesinde okuduğumuz bir röportaj ,Alex'in çok doğru tespitleri ve beğendiğimiz önerileri nedeni ile çok fazla dikkatimiz çekti ve burada bu güzel fikirleri paylaşmak istedik.

Alex kısaca diyor ki; Para mutluluk kaynağı değil, Tasarruf yapmalıyız, Gençler tüketmeyi çok seviyor ancak geleceği düşünmeliler..... Aşağıda bu güzel röportaj;

Ülker'in Başarı Hikayesi ve Sabri Ülker

Aranızda melodisini bilmeyen var mıdır? “Önce güneş hava su, sonra bol gıda gelir...” Radyolarda, televizyonlarda on yıllarca dönüp duran bu sözlerin devamını her kuşaktan memleket insanı bir çırpıda hafızasından bulup çıkartır: “Akşama babacığım, unutma Ülker getir...”
Gazeteciliğin duayen isimlerinden Hulûsi Turgut, epey zahmetli bir işe soyunup, bu reklamı mümkün kılan Sabri Ülker’in romanlara konu olabilecek yaşamöyküsünü son yüzyılın siyasi ve toplumsal tarihiyle paralel bir şekilde anlatmış (Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi – Akşama Babacığım Unutma Ülker Getir, Doğan Kitap). 732 sayfalık bu epey hacimli kitapta ‘bir rol model öyküsünü kaleme aldığını’ söylüyor Turgut.
İstanbul’a 10 rubleyle geldiler
O rol model, 1920’de Kırım’da doğup, 2012’de 92 yaşında İstanbul’da vefat eden Sabri Ülker. Anlatılan onun öyküsü... Ama bu öykünün arkasında sürekli genişleyerek ilerleyen bir başka öykü daha duruyor. Yakın tarihteki tüm sıkıntılardan payını fazlasıyla almış, dört ayrı savaşın hırpaladığı bir aile... Kırım’dan Türkiye’ye uzanan zorlu bir göç... İkinci Dünya Savaşı’yla baş gösteren kıtlık ve yokluk döneminde ilkel bir makine ve üç kişiyle yola çıkmasına rağmen; bugün yurtiçi ve dışındaki tesislerinde 41 bin kişiyi istihdam eden, 70 yaşına ulaşmış, Türkiye ve başta ABD, 9 ayrı ülkede 60 fabrika açmış, sadece gıda alanında 300 marka üretmiş bir firma... Neredeyse sıfırdan zirveye bir Hollywood senaryosu...