Bir Üniversite Hocasının Otuz Yılın Sonundaki Gözlemleri II


Bilim Teknik Dergisi: Başarıya giden kolay bir yol var mı?
Prof. Dr. Sertöz: Popüler bilim merkezlerinde ihtimal hesaplarını gözle görünür hale getirmek için kurulmuş bir düzenek vardır. Dikey bir tablaya eşit aralıklarla çiviler çakılır. Çivilerin arası ancak bir bilyenin geçeceği kadardır. Bu düzeneğin yanında bir açıklama vardır. Der ki “yukardan bırakacağınız bilyenin nereye gideceğini önceden söyleyemeyiz, ama yüz tane bilye atarsanız, aşağıda hangi şekilde birikeceklerini önceden söyleyebiliriz”.
Bir de şekil vardır o açıklamada. Meşhur çan eğrisidir o şekil. “Yüz bilye atarsanız bu şekli elde edeceksiniz, inanmazsanız deneyin” diye biter o açıklama. Denersiniz ve çan eğrisinin oluştuğuna tanık olursunuz.
Eğitimde de gelen öğrencinin çoğu, o çan eğrisinde olduğu gibi ortaya düşer. Yani vasat bir insan olarak mezun olur. Ülkeye lokomotif gücü katacak, kendisini mükemmellik düzeyinde yetiştirmiş çok az sayıda öğrenci çıkar. Onlar da çan eğrisinin iki ucuna düşen bilyelere karşılık gelir.
Öğrenci bilye benzetmesinde çok önemli bir ayrılık vardır. Bir bilye o çivili düzenekten aşağıya inerken bir çiviye çarptığında sağa mı yoksa sola mı gideceğine kendi karar vermez. Oysa bir öğrenci her zorluğa çarptığında nereye sapacağına kendi karar verir. “İdare et abi” zihniyetine mi sapacak, “mükemmel çözüm nerede” arayışına mı girecek? Buna öğrenci kendi karar verir. Hiçbir tesadüfî etken yoktur. Sonuç olarak, değerlendirme tahtasının en altına inildiğinde bilyeler ihtimal hesaplarının dikte ettiği şekilde, öğrenciler de kendi iradeleriyle tercih ettikleri yerlere yerleşir.
İşte her karar verme anında mükemmeli arayan o zor yola girme iradesini göstermek gerekir başarılı olmak için. O yüzden başarıya giden kolay yol yoktur.
Bilim Teknik Dergisi: Bazı öğrenciler iyi çalışıyor bazıları ise çalışmaya hiç ilgi göstermiyor. Çalışma nasıl daha çok sevdirilebilir?
Prof. Dr. Sertöz: Benim çocuğum olmadan önce “çocuk beyaz bir kâğıt, siz ne yazarsanız öyle olur” diye düşünüyordum. Ama hiç öyle değilmiş. O kendi karakteriyle, kendi eğilimleriyle geliyor. Öte yandan toplumun eğitim sisteminin de belli standartları var. Çocuğun karakteri o standarda ne kadar uyuyorsa o sistem içinde o kadar başarılı ya da başarısız oluyor. Başarı dediğimiz, eğitim sistemine göre başarı. Çoktan seçmeli sınavlarda kısa zamanda daha fazla doğru cevap işaretleme becerisinden başka hayatta hiçbir beceri olmadığı saplantısıyla yeni nesilleri eğitiyoruz. Toplumda zamanla değiştirmemiz gereken yanılgı, başarı için kabul ettiğimiz bu kriterlerdir.
Üniversite sınavıyla ilgili yapılacak en büyük eleştiri de sınavın sadece belli bir disipline sahip, sıkı çalışan çocukları seçiyor olmasıdır. Tamam, bunlar lazım. Ama topluma büyük sıçrama yaptıracak insanlar da biraz deli insanlardır. Bu sınav sistemi de onları eliyor. Onu da biraz göz önünde bulundurmak gerekiyor. O çeşit insanlar nasıl eğitilebilir, onu da eğitimcilerin düşünmesi gerekiyor.
Sonuç olarak çalışmanın sevdirilmesi için, çoktan seçmeli sınavlarda başarılı olmanın dışında, hayatın başka yönleri olduğunu anlamak ve bu yönlerde başarılı olan öğrencilerin farkına varmak gerekir. Örneğin on beş yaşında kendi kendine senaryo yazıp kısa filmler çeken bir öğrenciye, çoktan seçmeli sınavlarda parlak başarılar alamıyor diye aptal muamelesi yaparsanız çalışmayı sevdirmekten, eğitimden, eğitimcilikten söz edemezsiniz.
Bugün velilerin çoğunluğu çocuklarının üniversite giriş sınavında yüksek puan alıp tanınmış bir üniversiteye girmesini istiyor. Okullar da velilerin bu isteklerine cevap verme yarışı içinde.
Oysa eğitim kurumları toplumun bir adım önünde olmalı. Öğrencinin üniversiteye değil hayata hazırlanması gerektiği yönünde tavır koymalı okullar, ama böyle davranırlarsa müşteri kaybedeceklerini sanıyorlar. Oysa nasıl her topal atın kör bir alıcısı oluyorsa, her kaliteli mal için de kapınızın önünde bir alıcı kuyruğu oluyor. Halkın bilgisi yetersiz olabilir, ama sağduyusu var. İyi bir eğitim modeli görünce halkın tanıyıp takdir edeceğine dair inancım tam.
Bilim Teknik Dergisi: Başarılı olmak için ne kadar çalışmak gerekir? Böyle somut bir ölçü var mı sizce?

Bir Üniversite Hocasının Otuz Yılın Sonundaki Gözlemleri I


Üniversite sınavı ve istediğimiz bir üniversiteyi kazanmak hayatımızın en önemli dönüm noktalarından biri. Üniversiteyi kazanınca kendimizi hayatımızla ilgili her şeyi “halletmiş” gibi hissederiz. Yoksa asıl iş üniversiteye girdikten sonra mı başlıyor? Üniversitedeki başarımız hayatımızda neleri değiştirebilir? Üniversitede ve hayatta başarılı olmanın formülü ne? Başarının ve hayatın anlamı nedir?
İşte tüm bu soruların yanıtlarını bulmak için, binlerce öğrenci yetiştirmiş, yıllarını eğitime ve öğretime adamış, Bilkent Üniversitesi Matematik Bölümü’nden Prof. Dr. Ali Sinan Sertöz ile “üniversite ve hayat” üzerine sohbet ettik ve “keşke böyle bir sohbeti üniversiteye başladığımız yıl yapma şansımız olsaydı” dedik.
Neden mi? Gelin hep beraber görelim…
Bilim Teknik Dergisi: Öğrenciler üniversiteye başladıklarında nasıl bir ruh hali içinde oluyorlar?
Prof. Dr. Sertöz: Öğrenciler üniversitenin ilk haftalarında, yıllardır kendilerine hedef olarak konmuş olan üniversiteye girme işini başarıyla tamamladıklarını ve artık dinlenmeyi hak ettiklerini düşünür. Oysa onlara bir sürü şey öğretmeye çalışan hocalarla karşılaşırlar. Bu ilk şoku atlattıktan sonra derslere dönmeye başlarlar, ama bu kez de çoktan seçmeli soruların uygun cevaplarını doğru tahmin etme yeteneklerinin hiçbir işe yaramadığını görürler. Bir hayal kırıklığı da burada yaşarlar. Artık bilgileri sadece almaları değil aynı zamanda anlamaları da beklenmektedir. Özellikle bu bilgiler arasında bağlantılar kurup yeni sonuçlar çıkarmaları gerekmektedir.
İşte bu aşamada artık isyan ederler ve o meşhur soruyu sorarlar: “Bu bilgiler gerçek hayatta ne işimize yarayacak Hocam?” Aslında bu bir sorudan çok bir böbürlenmedir. İçinde “hayatı biz anlıyoruz, ama sen anlamıyorsun” suçlaması vardır. Bir küçümseme taşır sorudaki tını, “bize sadece gerçek hayatta gerekli olan şeyleri öğret, gerisi sana kalsın” der adeta.
Peki, şu meşhur gerçek hayat denen şey nasıl bir şey?
Sıradan öğrencinin düşündüğü gerçek hayat şudur: Bir işe girecek. Ona yapması için sonu iyi tanımlanmış bazı işler verilecek. O da o işleri okulda öğrendiği teknikleri kullanarak yapacak. Ay sonunda maaşını hak ederek alacak.
Peki ona o işleri kim verecek? Ona o işleri verenleri kim yetiştirdi? Her şeyden önce sorulması gereken de o iş yerini kimin açtığı. Yaratıcı, atılımcı insanları kim nerede yetiştiriyor?
Öte yandan sıradan bir iş bile yapsanız, o işi sizin mahallede en iyi yapan kişi mi olmak istiyorsunuz, yoksa Türkiye’de en iyi yapan kişi mi? Dünyada o işi en iyi yapan kişi olmayı da hedefleyebilirsiniz. Bir sonraki aşama ise başkalarından bağımsız olarak, o işi mükemmel yapan kişi olmak isteyebilirsiniz.
Öte yandan her zaman en başa dönüp “idare edecek kadar yapmak yeter” diyebilirsiniz. Her bir hedef için ihtiyaç duyduğunuz bilgi elbette farklı düzeyde olacaktır.
Evet, mükemmellik diye bir kavram vardır ve üniversite eğitimi de bunu hedefler. Bu bilgiler ne işinize yarayacak gerçek hayatta? Elbette mükemmel olmaya bir adım daha yaklaşmanıza yarayacak. Özellikle 1,5 milyon lise mezununun üniversiteye başvurduğu bir ülkede, üniversitede okuma hakkı kazanan birisinin, bu fırsatı sadece vasat bir kişisel gelişim için kullanması haksızlıktır. Üniversiteye girmek için o kadar uğraşıp girememiş arkadaşlarına karşı haksızlıktır. Ona yatırım yapmış olan ailesine ve ülkesine karşı haksızlıktır.
Mükemmelin altında bir düzeyi hedefleme lüksümüz yok. Türkiye bugün dünya ülkeleri arasında birinci ligde yarışıyor ve vasat oyuncularla bu yarışta birinciliğe oynayamaz. Zaten birinciliğe oynamayacaksak, ne gerek var bunca çabaya?
Bilim Teknik Dergisi: Başarılı olmak için mükemmel olmak şart mı? Mükemmel olmak için eşit şartlara sahip değilsek?

Tebrikler Galatasaray

Futbol dünyasının en zor ve en prestijli kupası olan Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale kalan Galatasaray çok önemli bir başarıya imza attı. Bu başarı ile kendi hem de ülkemiz maddi manevi kazançlar elde etti.
Bu zor turnuvada ilk 8 takım arasına kalma başarısını gösteren Galatasaray’da en büyük payın Fatih Terim’de olduğu aşikârdır. Bu tarz başarılar para, şöhret v.b dış etkenlerle değil, inançla, azimle ve doğru çalışma ile gelir. Yukarılara çıkma gücünü veren inanç içimizdeki hırsla doğru oranla buluştuğunda bu tadına doyulmaz hazları yaşatmaktadır. Tabii ki başarıda yönetimin, oyuncuları, taraftarların ve diğer çalışanların payı bulunmaktadır. Ancak onların parasını emeğini doğru bir şekilde bir araya getirip en uygun karışımı yapan ve başarıya inancı aşılayan maestro Fatih Terim’dir. Ne de olsa başarısızlıklar da fırlatılmaya hazır olan oklar ona çevrili değimlidir zaten.
Almanya’da Veltins Arena’da ilk maçı 1-1 biten rövanş maçında Schalke 04’ü Hamit, Burak ve Umut’un golleri ile 3-2 yenip çeyrek finale kala Galatasaray’da tüm ekibi tebrik eder, başarılarının finale kadar gitmesini temenni ederiz.
iyiturks

İşte Mutluluk III


Geçtiğimiz haftalarda iş hayatında mutlu hissedebilmek üzerine konuşmuş; birçoğumuzun, işi, tamamen zevkten yoksun bir zorunluluk olarak gördüğünü ve başta Türkiye gibi hiyerarşik yapılanmaların ağırlıklı olduğu toplumlarda ve özellikle potansiyelin büyük kısmının kullanılamayacağı kadar kolay ve sıradan yahut çok stres yaratıcı ve enerji tüketici işlerde, çok kişinin kendini mutsuz hissettiğini; oysa belli koşullar sağlandığında, çalışırken mutlu hissedebilmenin mümkün olduğunu söylemiştik.
Neden bahsettiğimizi kısaca hatırlatalım: Pozitif psikoloji ekolünün öncülerinden Mihaly Csikszentmihalyi, Maslow'un "ihtiyaçlar hiyerarşisi" kuramına referansla, kişinin kendini gerçekleştirme ihtiyacına işaret ediyor ve bu ihtiyacın karşılanabilmesi için farklılaşma/ayrışma ve bütünleşme/birleşme olmak üzere iki kişilerarası mekanizmaya gereksinim duyulduğunu belirtiyor. Bu iki mekanizmanın her ikisi de kullanıldığı, yani kişi hem bireyselliğinin (farklılaşma/ ayrışma) hem de toplumun bir üyesi olduğunun (bütünleşme/birleşme) bilinciyle hareket ettiği zaman, Csikszentmihalyi'nin "akış" olarak adlandırdığı zihinsel durum deneyimleniyor. "Akış", kişinin o anda yaşadığı sürece tamamen kendini kaptırması ve düşünce ile eylemin ve kişi ile çevrenin birliği ve yoğun etkileşimi gibi unsurlarla karakterize; keyfin, kendiliğindenliğin ve odağın bir arada var olduğu bir deneyim.
Csikszentmihalyi, ırk, yaş, cinsiyet, eğitim seviyesi, ve hatta yapılan iş fark etmeksizin, "akış"ın mutluluğun başlıca özelliği olduğunu ve "akış" deneyimlendiği sürece iş de dahil olmak üzere herhangi bir alanda mutluğa erişilebileceğini vurguluyor.
Bir önceki yazımızda, sonuçtan ziyade sürece odaklanmak, zamanında ve tercihen işin kendisinden geribildirim alabilmek, kişisel kapasite ve işin zorluk düzeyinin dengede olması gibi "akış" deneyiminin çeşitli özelliklerinden söz etmiştik. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yoğun konsantrasyon Gündelik hayatta etrafımız sayısız uyaranla çevrili ve duyularımız sürekli uyarılıyor; dikkatimizi belli bir alanda tutmak çok güç.

Avrupa'nın en büyüğü yine Vakıfbank


CEV Şampiyonlar Ligi Bayanlar Dörtlü Finali´nin şampiyonluk maçında Vakıfbank ile Rabita Bakü karşı karşıya geldi. Önce Polonya takımı Atom Trefl Sopot´u, sonra da Eczacıbaşı VitrA´yı eleyen Vakıfbank, yarı finalde Galatasaray Daikin'i,  finalde de Azerbaycan temsilcisi Rabita Bakü´yü 3-1 mağlup ederek Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu.
Salonu dolduran ve maç boyunca büyük destek veren taraftarlarının izlediği karşılaşmaya çok iyi başlayan Vakıfbank, maçın ilk teknik molasına 8-4, ikinci teknik molaya da 16-10 önde girdi.  Etkili oyununu mola sonrasında da sürdüren Vakıfbank, ilk seti 25-17 önde bitirdi.
İki takımın da karşılıklı sayı bularak başladığı ikinci sette Rabita Bakü, ilk teknik molaya  8 - 6 önde gitti.  Molanın ardından toplanan ve daha etkili bir oyun sergileyen Vakıfbank, taraftarının desteğini de arkasına alarak önce skoru eşitleyip, ardından Gözde ve Brakocevic ile bulduğu sayılar ile ikinci seti 25 - 20 kazandı.
İkinci set gibi çekişmeli başlayan üçüncü sette Azerbaycan ekibi ilk teknik molayı 8-6 önde geçti. Teknik mola dönüşünde Vakıfbank oyundan kopmadı ve durumu eşitledi ancak smaçlarda daha etkili olan Rabita Bakü ikinci teknik molayı 16-14 önde tamamladı. Teknik molaları önde tamamlayan Azeri ekip setin sonunu getiremedi ve sonu büyük bir çekişmeye sahne olan seti Vakıfbank etkili oyunu ve sonunda Gözde´nin smacı ile 25 - 23, maçı  da 3-0 kazanarak Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu.

Ankara Film Festivali Başlıyor


Festivalin Tarihçesi
Ankara Uluslararası Film Festivali, 1988 yılında Ankara Film Şenliği adıyla yola çıkmış ve çeşitlenen program ve etkinlikleriyle hızla yükselerek başkentin önde gelen kültür ve sanat organizasyonu haline gelmiştir.
Festival başlangıcından itibaren ulusal sinemanın gelecek kuşaklarına yatırım yapmayı ve geleceği şekillendirecek olan yeni isimlerin sektöre kazandırılmasını öncelikli ilkesi olarak görmüştür. Bu nedenle, başta kısa film gösterimi, üretimi ve dağıtımı olmak üzere, ulusal uzun ve ulusal belgesel film alanında da yarışmalar, gösterimler, paneller ve atölye çalışmaları düzenlemiş; çeşitli film haftaları ve gösterim programları organize ederek ulusal sinema örneklerinin tanıtımını ülkemizin diğer kentlerinde ve yurt dışında gerçekleştirmiştir.
Ankara Uluslararası Film Festivali yarışma, gösterim ve açık oturumlarla Ahmet Uluçay, Fatih Akın, Nuri Bilge Ceylan, Tayfun Pirselimoğlu, Yeşim Ustaoğlu, Yüksel Aksu, Zeki Demirkubuz ve Mustafa Altıoklar gibi Yeni Türk Sineması’nın doğmasında rol üstlenmiş pek çok sinemacının yurt içi ve dışında tanınmasında, ulusal sinemanın belleğine yerleşmesinde ve üretimlerinin sürekliliğinde rol oynamanın gururunu yaşamaktadır.
Dünya sineması programlarının oluşturulmasında, sinema sanatına karakterini kazandıran, farklı film türlerine odaklanan, kolay ulaşılmayan ve Ankara seyircisinin belleğine kazınan yapıtların öne çıkarılması bir gelenek haline gelmiştir. Öte yandan, Festival organizasyonu çerçevesinde düzenlenen, tarihten toplumbilime, kadın sorunlarından sektör sorunlarına uzanan çeşitli panel, açıkoturum ve sergiler dikkatleri çekmiş, gündem yaratmış ve kültür, sanat, basın ve akademi dünyasında onanmıştır.
Festival’in kurumsal bir kimliğinin oluşması gereği ortaya çıkınca, 1991 yılında Türkiye’nin önemli iletişim bilimcilerinden Mahmut Tali Öngören’in çabalarıyla bir vakıf kurulur: Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı. Vakıf, öncelikli amacı olan Ankara Uluslararası Film Festivali dışında, çeşitli ülkelerde film haftaları (Tahran - İran, Kazan - Tataristan, Detmold - Almanya, Stockholm-İsveç), çeşitli alt başlıklarda sinema konulu edebiyat etkinlikleri, sinemayı tüm yönleriyle ele alan kapsamlı eğitim kursları ve sinema araştırmalarında eksikliği hissedilen başvuru kaynakları oluşturmayı hedefler tarzda sinema yayıncılığı gibi alanlarda çalışmalar gerçekleştirmiş ve ulusal sinema ortamına katkı sağlamıştır.
Ana Tema: Doğu İmgeleri
Henüz hala görünür olmayı ve anlaşılmayı bekleyen Doğu, sadece Batı’nın yakın komşusu değil, aynı zamanda Batı uygarlığının ve dillerinin de temelidir. Son birkaç yüz yılda dünyanın önemli bir ilerleme kaydeden tarafı olarak Batı, yer kürenin geri kalanını tahakkümü altına almaya çalışmıştır. Genelde bu tahakkümün ekonomik, askeri ve siyasal boyutlarına vurgu yapılır ki bu yaklaşımlar yanlış olmamakla birlikte enikonu eksiktir ve tarihin akışı sürecinde eksikliğinden dolayı yanlış olan yeni yorum ve analizlere neden olmaktadır. Eksik ve beraberinde ortaya çıkan yanlış analizlerin kökeninde, küresel resmin ve bölgesel karakteristiklerin bağımsız görünseler de ilişki içinde olan, çoğunlukla içi içe geçmiş bir durumda karşımıza çıkan kültürel kimlikleri ve söylemleri vardır.
Festival bu yıl, bu kültürel boyuta vurgu yapmak için ‘Doğu’yu mercek altına alıyor ve Türkiye’de hemen hiç bilinmeyen ülke sinemalarından on filmlik bir seçki oluşturuyor. Arap Baharı’ndan ‘Oryantalist Bakış’a, göç olgusundan toplumsal sorunlara uzanan bu kapsamlı seçki doğunun beyaz perdedeki yansımasını görünür kılıyor. Başta orta ve yakın doğu olmak üzere Pakistan, BAE, Tunus, Kazakistan, Irak, Kırgızistan, Azerbaycan ve Özbekistan gibi ülke sinemalarının önemli başyapıtlarını bir araya getiriyor.
Festival ayrıca, Türkiye sinemasının ülkenin doğusuna nasıl baktığını da mercek altına alarak, Türkiye sinemasında doğuyu görünür kılan filmlerden bir seçki de sunuyor.
Ankara Uluslararası Film Festivali Yarışma Jürileri
Festivalin Ulusal Uzun Film Yarışması, Ulusal Belgesel Film Yarışması, Ulusal Kısa Film Yarışması ve bu sene ilk kez verilecek olan Akademia Ödülü jüri üyeleri şu isimlerden oluşuyor:

Türk Mutfağı

Giriş
Türk Mutfağı denildiğinde, Türkiye’de yaşayan insanların beslenmesini sağlayan yiyecekler,  içecekler, bunların hazırlanması, pişirilmesi ve saklanmasında kullanılan araç gereç ve yöntemler anlaşılmaktadır.  Ayrıca, yemek yeme şekli ve mutfaktaki tüm uygulamalar ve inanışlar da, Türk Mutfağı kapsamı içinde yer almaktadır. Türkiye’de yaşamış çeşitli uygarlıkların etkisiyle gelişen ve zenginleşen Türk Mutfağı, Dünya’nın en zengin üç mutfağı arasına girmiştir ve Dünya’nın en besleyici mutfağı olma özelliğini de elinde tutmaktadır.
Türk Mutfağındaki çeşit zenginliğini etkileyen etmenler;
  •       Orta Asya ve Anadolu topraklarında yetişen ürünlerdeki çeşitlilik, 
  •       Farklı kültürlerin etkileri,
  •       Selçuklu ve Osmanlı gibi imparatorlukların saraylarında gelişen yeni tatlar ve farklı uygulamalardır.

Ayrıca Türk Mutfağının ünü çok çeşitli malzemelerin ve tat vericilerinin değişik şekillerde kullanılmasıyla çok değişik türde ve lezzette yemeklerin üretilmesinden de kaynaklanmaktadır.
Türk Mutfağı da, Türk tarihi gibi Orta Asya, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde incelenmektedir.
Orta Asya Dönemi (1040 yılından önce)
Eski Türklerin yaşamı da diğer toplumlarda olduğu gibi tarım ve hayvancılığa bağlıydı. Eski Türkler, Orta Asya’da tarım şartlarının uygunsuz duruma gelmesi nedeniyle şartları daha iyi olan batı ve güneye göç etmişlerdir. Gittikleri yörelerde doğal yetişen hayvan ve bitkilerden yararlandıkları gibi, bunlardan yöre şartlarına uygun olanlarını da yetiştirmişler ve yetiştirdiklerini basit tekniklerle işleyerek bulunmayan zamanlarda kullanmışlardır. Bu dönemde göçebe hayatı yaşayan Türklerin yemek kültürleri ile ilgili bilgiler çok fazla değildir, ancak Türklere ait ilk yazılı kaynaklardan biri olan Orhun Abideleri’nde Türk Mutfak Kültürü ile ilgili bazı yazılı bilgilere rastlanmakta, özellikle davet, yas törenlerinde yemekler verildiği dikkat çekmektedir.
Ayrıca bu dönemde; Türklerin 9. yüzyılda İslam dinini kabul etmesi ile de bazı yiyeceklerin (domuz) ve alkollü içeceklerin kullanılması da yasaklanmıştır.
Selçuklular ve Beylikler Dönemi (1040-1299)
Bu dönemden kalan belgelerde; yemek törenleri ve şölenleri, sofra bilgileri, yemek tarifleri ve pişirme şekilleri bilgileribulunmaktadır. Selçuklular döneminde yemek kültürüne ait bulunan en önemli kaynak 13.yüzyılda yaşayan Mevlana’nın eserleridir. Ayrıca Selçuklular dönemlerinde Selçukname’ lerde mutfak ve saray ziyafetleri ile ilgili bilgilere de rastlanmaktadır.
Osmanlılar Dönemi (1299-1923)
Osmanlı İmparatorluğunun gelişmesine paralel olarak Türk Mutfağı, önemli gelişmeler göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğu zamanında mutfaklar, sarayın en önemli kısımlarından birisi haline gelmiştir. Osmanlı döneminde ilk aş evlerinin oluşturulduğu, ayrıca Cuma günlerinde ve Ramazanda da halka helva, zerde ve bal gibi tatlıların verildiği de bilinmektedir. Türk Mutfağının en çok geliştiği dönem Osmanlıdönemidir. Bu dönemde ilk Türk yemek kitaplarının yazıldığı da bilinmektedir.
Cumhuriyet Dönemi (1923- )
Bu dönem; İstanbul mutfağı da denilebilen Klasik Türk Mutfağı ve Anadolu’da bütün canlılığı ile yaşayan Türk Halk Mutfağı olarak iki bölümde ele alınmakta ve günümüzde de halen varlığını sürdürmektedir.

Türkiye Posterleri:Türk Çayı






Nemli ve verimli topraklardan gelir kokusu… Tavşan kanı da olsa açık da olsa çayın Doğu Karadeniz’dir öz memleketi… Çaydanlığın altında suyu ısınır, üstünde kendi demlenir… İncebelli’de, yanında şekerle gelir, dileyen limonlu da içebilir. Muhabbetleri koyultur, geceleri uzatır. Artık ister bisküvini bandır, ister simidini… Çay her haliyle güzeldir.







Türkiye Posterleri