Aşkın Ateşi bir Ömür Yanar

Yıl: 1949. Yer: İstanbul. Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki arkadaşlıkları aşka dönüşen iki genç. Erkek ressam, genç kızsa piyanist. Erdal ve Sevinç Alantar, yarım asrı birlikte geçirdi. Onların aşkı öyle büyüktü ki, ölüm dışında hiçbir zorluk aralarına giremedi. Erdal Alantar, Fransa, Hollanda, İtalya, Almanya, İsviçre ve Türkiye'de 130'un üzerinde bireysel sergi, bir o kadar da karma sergiye katıldı; önemli ödüller aldı. En büyük destekçisi, kendi sanat hayatını eşi için feda eden Sevinç Alantar'dı. Yıl 2011. Paris ekolünün son temsilcilerinden Erdal Alantar, eşi Sevinç Alantar'ı, Büyükada'da sonsuzluğa uğurladı. Yıl 2013. Alantar, öğrencilik yıllarından olgunluk dönemine kadar olan 106 resminin yer aldığı serginin adını 'Hayatım'ın Sevinç'i' olarak belirledi. 81 yaşındaki ressam ile, sergisinin yer aldığı ArtPoint Gallery'de bir araya geldik. Eşi Sevinç Alantar'ın adını her telaffuz edişinde gözyaşlarına hakim olamayan Alantar ile yaşamını, sanatı ve büyük aşkı Sevinç Alantar'ı konuştuk.
Ailenizin teşvikiyle mi Güzel Sanatlar Akademisi'ne yöneldiniz?
Amcam İhsan Hilmi Alantar, Şişli Etfal Hastanesi'nin kurucusudur. Ailem onun gibi doktor olmamı istiyordu, ama ben istemiyordum. O dönem Kadıköy üçüncü mektepteyim. Bir gün Ankara'dan müfettiş geldi, adamı pek sevmedim. Goril şeklinde bir karikatürünü çizdim. Bir şekilde müfettişin eline geçti. İçimden 'Eyvah!' dedim. Müdürümüz Rıdvan Bey 'Cezasını ben vereceğim, bize itimat edin,' dedi. Müfettiş gittikten sonra hocam 'Güzel Sanatlar Mektebi'nin müdürü Halil Dikmen arkadaşım, senin bu istibdadın var ya, seni götürüp yazdıracağım, ressam olacaksın sen,' dedi. Benim cezam da bu oldu (Gülüyor). Akademi'de Halil Dikmen ve Cemal Tollu atölyelerinde eğitim aldım. İlk hocam Halil Dikmen'dir. Sınıf arkadaşlarımı söyleyeyim: Ayhan Işık, Zeki Müren, Günseli Başar, Semih Balcıoğlu, Senih Orkan, Faruk Geç, Hilkat Çulha vb...
Aşkımız Müzik İle Başladı
Hocanız Halil Dikmen'in resimlerinize nasıl bir etkisi oldu?
Fikrimizi sormak için bize resimlerini gösterirdi. Güzelliğe bak, koskoca Halil Dikmen, bize fikir soruyor! Mesela bir tablosu vardı; köylü kadınlar; 10 tane ayak var resimde. Ben de sınıfın ukalasıydım, Halil Dikmen filan anlamazdım. Dedim ki: 'Hocam bak, bu arkadaki kadının ayağı ile bu ayak arasında 10 metre fark var; onu göm, daha gri yap!' 'Yaşa be benim sultanım!' derdi. Hoca söylüyor bunu talebeye! Halil Dikmen resimlerimi çok iyi bulurdu. 'Devam et böyle,' derdi. Üç sene onun fırçasıyla çalıştım. Hiçbir zaman kendisini empoze etmezdi. Cemal Hocam da öyleydi. 'Siz yolunuzu bulun, ben o yolun iyisini öğreteceğim,' derdi. Çok güzel bir anım var. Bir talebe 'Hocam, buraya lak (kırmızı) süreceğim,' dedi. Hoca dedi ki: 'Bu sanat işi, lak lak ile olmaz!' Hocalarıma çok hürmetim var. Onlardan öğrendiklerimle Avrupa'da 22 sene resim dersi verdim.
Eşiniz Sevinç Hanım ile nasıl tanıştınız, aşkınız nasıl başladı?
Akademiden arkadaştık. Sevinç dekor kısmındaydı. Sınıfta hep bir aradaydık, daha tavlamamıştım (Gülüyor). Çok müzik dinlerim ben; Mozart, Beethoven, Chopin, Berlioz ve Wagner... Sevinç de çok güzel piyano çalardı, hele Franz Liszt'i müthiş çalardı. Bir gün Sevinç 'İtalyan bir hocadan piyano dersi alıyorum. İtalya'da konser vereceğiz, sen de gel,' dedi. Ne kadar güzel çalıyordu piyanoyu... Klasik müzik üstatları 'Çok güzel çaldı,' dediler. Müzik ve piyano ile başladı aşkımız. Ama maalesef üzülürüm. Çünkü piyano sanatını, benim için heba etti, hiçbir zaman kendimi affetmem! Ona o gün bir resim de hediye etmiştim. O resim hâlâ bende durur.
İlk kim aşkını ilan etti?
Büyükadalıydı Sevinç. Adalara gitmek için ne kayıklar tuttum... Serçe parmağını tutmak için üç sene uğraştım. Nihayet tuzağa düşürdüm rahmetliyi... Çok büyük bir aşktı, hâlâ âşığım! Akademi'den 54-55 yıllarında mezun olmuştuk. Abisi Seyfi Doral'dan Sevinç'i istedim. Seyfi Doral, Sevinç'e 'Gözlerine mi âşık oldun?' demiş. (Gülüyor). İlk istediğimde kabul etmedi abisi. Ben 'Fırçamın ucuyla para kazanacağım,' dedim. O da 'Sen ressamsın, sana vermeyiz Sevinç'i' dedi.
Sonra nasıl ikna ettiniz peki?
Sevinç buram buram âşık, ben de. Leyla ile Mecnun misaliyiz. Çaresiz kaldılar. Nihayet Beyoğlu'nda evlendik. Şimdi hepsi toprak, bakıyorlardır.
Aynı zamanda Büyükada sevdalısısınız. Sevinç Hanım'ın Büyükadalı olmasından mı kaynaklanıyor bu?
Buram buram âşığım Sevinç'e, saat sabahın yedisi. Moda İskelesi'ndeyiz; Büyükada fıstık gibi karşımızda. Arkadaşları ikna ettim; 'Gideriz ya,' dediler. Çıktık, Büyükada'nın Yörükali plajına vardık. Gözüm sahilde, Sevinç'i arıyorum. Arkadaşlar anladı. 'Ulan bu kadar kürek çektiriyorsun, Sevinç için mi geldik buraya!' Hep görmeye giderdim, gizliden buluşurduk.
Evlendikten sonra Floransa yollarına düşmüşsünüz.
O dönem Avrupa'ya gitmek öyle kolay değildi. Floransa'ya Michelangelo'yu tetkik etmek için burslu gittik; en büyük idolümdü. Sevinç de piyano çalacaktı, ama maalesef eğitimini bıraktı, piyano aşkını sanatıma verdi. Onun sayesinde ben bu hale geldim. Floransa'da bir yıl içerisinde gezdik, birçok ressamla tanıştık. Sabri Berkel aklımıza girdi, 'Ressam Giorgio de Chirico ile tanışabilmek için gazeteci kılığına girin,' dedi. Başardık ve ahbap olduk.
O öldükten sonra karıma olan aşkım daha da büyüdü
 Eşinizin ölümünün ardından tüm tablolarınızı yakmak istemişsiniz.
Tabii, doğrudur. Bu tablolara iyi bak, karar vermiştim; hepsini, hem de hepsini yakacaktım! Hakikaten yakacaktım, bir dostum engel oldu bana...
 Dayanağınız ne oldu?
Çok boşluğa düştüm! Dayanmak çok güç hâlâ. Ukalalık edip, âşık rollerinde Âşık Veysel gibi ağlamak istemiyorum, ama hakikaten öldükten sonra daha çok sevdim karımı, çok büyük bir insandı. Tanımanızı isterdim, belki de şu an buradadır. Herkes bana diyor ki: Rüzgar gibi zaman her şeyi süpürür, unutursun. Genç bir taze kanla evlenirsin!' Ne arkadaşlarım var; Türk Fransız, Alman... Hepsi boşanmış. Onlara diyorum ki: 'Siz aşk diye bir şey bilmiyorsunuz!'
 Paris'e dönecek misiniz?
Daha belli değil, şimdilik ne yapacağımı bilmiyorum. Bir senedir İstanbul'dayım. Paris'te fabrikalara bakıyorum, bacalarına; Sultanahmet'in minareleri gibi geliyor gözüme.
Tablolarımı Alın, Onu Yaşatın
1958 yılında Paris'e gidiyorsunuz birlikte. Paris'teki yaşam nasıldı?
 Bir otel vardı. İki kişi bir gece altı kuruştu; şimdi 6 milyon dolar versen giremezsin; bir sene orada kaldık. Paris'te her işi yaptık. Zincirli anahtarlıklar vardır; geceli gündüzlü çalışıp 1 kuruşa 10 bin tane anahtarlık yaptık. Sonra fabrikada da çalıştım. Fabrikada epey hırpalandım, ama orada bile resim yaptım; sigara kâğıtlarına, jelatinlere... Paris hakikaten çok güzel, ama yaşaması çok güç.
Hayli sıkıntılı günler yaşamışsınız.
Evet, elimizden tutan kimse olmadı; ne Türk hükümeti ne arkadaşlar ne de eski ressamlar... Fransa'da dört büyük devlerin galerisinden bir tanesi Suzanne De Coninck'ın galerisiydi; eşim Fransızca, İngilizce, İtalyanca bildiği için Suzanne De Coninck, Sevinç'i yanına sekreter olarak almıştı. Kimler teşhir ediliyordu, biliyor musun? Dev adamların sergisi; Vasiliy Kandinsky, Serge Poliakoff... Sonra galerinin patronu benim resimlerimi gördü. 'Erdal, bir sene daha çalış, seni de galerimde teşhir edeceğim,' dedi. Nitekim öyle de oldu.
Paris'te bu zorlukları yaşarken geri dönmeyi hiç düşünmediniz mi?
Düşünmedik. Yazın İstanbul'a, Büyükada'ya ve Bodrum Yalıkavak'a geliyorduk zaten. Eşim 30 yıl konservatuarda solfej hocalığı yaptı. Resimlerimi yapmaya ve sergilemeye devam ettim, bir ara baktım atölyelerde resim dersi veriyorum; 22 yıl! Resim hocası değilim ben be! Ressamım! Haftanın dört günü resim dersi, üç günü de resim yapıyordum. Şu tuval var ya, o tuvali üç dakikada yaptım, ama 58 sene ve üç dakika... Derdim ki: 'Ben o kadar çok âşığım ki resim dünyama, terleyince benim terim renkli akar!'
Sevinç Hanım'a olan aşkınız sanatınıza nasıl yansıdı?
Sevinç'in bana çok iyiliği dokundu. Sanat ve müzik dünyasını bıraktı, en sevdiği piyanosunu bıraktı; galerilerde çalıştı. Onun için hiçbir zaman kendimi affetmiyorum, hiçbir zamanda affetmeyeceğim (Ağlıyor). Resim yaptığım zaman iyi mi olmuş kötü mü olmuş diye önce ona sorardım.
Peki, eşinizin hasta olduğunu nasıl öğrendiniz?
Hiç açma onu! Paris'te en büyük doktorlara, kralların, hükümet adamlarının doktorlarının gittiği hastanelere götürdüm eşimi. O hastanelerin bekleme salonuna giremezsin, dev aletler, dev doktorlar var; ama hiçbirisi de eşimin hastalığını bilemedi. 'Ne olur, tüm tablolarımı hediye edeyim size; kurtarın onu,' dedim. Sonra Üsküdar'daki bir doktor hastalığını teşhis etti. Beyninde tümör varmış. Doktor 'Geç kalınmış, 80 yaşında bu ameliyat olmaz!' dedi. Bir hafta gibi çok kısa sürede de (Ağlıyor)... Başka şeyden bahset ne olur, dayanamayacağım. Zaten mezarına gidip gömemedim, inanmıyorum ben öldüğüne... Dün akşam rüyamda gördüm, saçını yaptırmış; senden daha dinç görünüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iyi ve güzel...