Fukara


Fukaralık yoklukla anlam bulsa da öyle zamanlar olur ki paha biçilemez varlığa da dönüşebilir. Her şey gibi, günümüz hızlı ve yok edici dünyasında Fukaralıkta anlamını ve değerini yitirmiştir. Fukaralık mal mülk yokluğu yanında tümü ile ümit, yaşamın anlamı, insanı değerlerin yokluğu anlamına bürünmüştür. Halbuki zamanla Fukaralık gururun, erdemin, dürüstlüğün ve çalışkanlığın arttığı pozitif etkileri olan bir motivasyon nedeni idi. Şimdi ise başarısızlığın, umutsuzluğun, sıradanlaşmanın, tembelliğin ve yardıma muhtaçlığın artmasına vesile bir nedene dönüşmüştür.
Eskiden insanlar fukaralıktan kurtulmak için en başarılı öğrenen, çalışan ve üreten olmaya çalışırlardı. Yardım ve destekleri gururlarına leke sürmeden ve bir gün karşılığını hakkı ile verme düşüncesi ile kabul ederlerdi.
Eskiden fukara ailelerin çocukları zamanla dünyanın, ülkelerinin başarılı bilim adamları, bürokratları, doktorları, sporcuları, sanatçıları, politikacıları hatta iş adamları olurlardı. Sayılan ve sayan olarak. Örnek gösterilen yaşam öyküleri olurdu. Şimdi ise ...!
Faklı bir açıdan Fukaralık özgürlüğe ve ruhani saflığa ulaşma aracı olarak kullanılırdı. İlahi aşk ile yanan gönüller, dünyevi materyallerden ve bağımlılıklardan kurtulma için istekli bir şekilde varlıklarından kurtulmaya ve çileli bir yoldan geçmeye çalışırlardı. Sonunda sonsuz bir huzura, kayıtsız bir özgürlüğü ve tanımsız bir aşka ulaşmayı hayal ederlerdi. Artık günümüzde fukaralık esarete, ruhların kirlenmesine ve gönül gözlerinin körelmesine neden olan, olumsuz bir yaşam şartı.
iyiturks

Güle güle Neşet Ertaş


O yalan dünyada bir yolcu idi, gurbet katarında, yalınız bir başına. Yüreği fokur fokur kaynayan, kaynadıkça taşan. Taşanlardan bir yol olup gönüllere varan. Ateşini tüm Anadolu’ya yayan. O böyle yanmasa, yanıp ta taşmasa nasıl da aşabilirdi Gönül dağını tek başına, nasıl da ulaşabilir da ölümsüzlük diyarına...
Neşet Ertaş büyük halk ozanı. Sesini sonsuzluğa duyurmuş, adını zamanın ölümsüzlüğüne kazımış garip bir gurbet kuşu. Anadolu gibi ezildikçe güçlenmiş, sömürüldükçe daha çok vermiş, sebat etmiş ve de sevmiş. Ateşi ile yok etmemiş, yeşertmiş; Öfkesi ile köreltmemiş, sevdirmiş; Geldiği gibi giderken, bizlere paha biçilmez bir zenginlik hediye etmiş. Güle güle büyük ozan, güle güle güzel insan.
iyiturks

Dünya Mirası Türkiye:11 Çatalhöyük Neolitik Arkeolojik Sit Alanı

Konya'nın 45 km. güneyindeki Çumra'da yer alan Çatalhöyük, Orta Anadolu'da M.Ö. 10. ve 8. bin yıllardan kalan büyüleyici bir Neolitik antik kenttir. Çatalhöyük dünyanın en eski antik kentlerinden birisidir. Çatalhöyük'teki en bilinen şehirleşme dönemi 7 ile 11. katmanlar arasında yer almaktadır. Kare duvarlarla örülü evler bitişik bir yapıya sahip olmakla beraber aralarında ortak duvar bulunmamaktadır (her evin kendine ait duvarı bulunmaktadır). Evler ayrı ayrı planlanmış ve gerek duyulduğunda bir evin yanına başka bir ev inşa edilmiştir. Evlerin bitişik duvarları nedeniyle şehirde sokak bulunmamaktadır. Arkeologlar toprak evlerin çatılarında bulunan deliklerin giriş kapıları olduğu sonucuna varmışlardır.
Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi'nde sit alanından getirilen, yeniden inşa edilmiş ünlü tapınak ev ile ana tanrıça Kibele'nin figürleri, obsidyen ve kilden objeler ve Neolitik freskler sergilenmektedir.
Çatalhöyük'teki duvar resimleri 10 ve 11. katmanlarda bulunmuştur. En güzel ve incelikle işlenmiş duvar resimleri ise 5 ve 7. tabakalara aittir. Bu resimler, mağara duvarlarına resimler yapan Paleolitik dönem insanları tarafından başlatılan geleneğin devamı niteliğindedir. Bu dönemde insanların çizdikleri bu resimlerin avlanırken kendilerine şans getirdiğine inandığı da söylenebilir. Daha sonraki çağlarda, ev dekorasyonunun kuş motifleri ve geometrik şekillerle sınırlı olduğu görülmektedir.
Dünya Miras Listesine Alınma Tarihi: 2012
Liste Sıra No: 1405


Dünya Şampiyonu Kenan Sofuoğlu

Motor sporlarında dünya çapında büyük başarılara ulaşmış olan sporcumuz Kenan Sofuoğlu 2012 yılını Dünya Süpersport şampiyonu olarak tamamladı.
Milli motosikletçi Kenan Sofuoğlu, Dünya Supersport Şampiyonası'nın 12. ayak yarışı Portekiz koşusunu ikinci sırada tamamlayarak sezonun bitmesine bir yarış kala şampiyonluğunu ilan etti. Partimao Pisti'ndeki Portekiz yarışına 7. sıradan başlayan Kenan Sofuoğlu, koşuyu ikinci sırada bitirmeyi başardı. Bu sonuçla genel klasmanda puanını 218'e taşıyan Sofuoğlu, sezonun bitmesine bir yarış kala en yakın rakibi Fransız Jules Cluzel ile aradaki puan farkını 33'te tutarak Dünya Supersport Şampiyonası'nda şampiyonluğu da garantilemiş oldu.
Sofuoğlu, Dünya Supersport Şampiyonası'nda 2007 ve 2010 sezonun ardından üçüncü şampiyonluğuna ulaştı. Kawasaki Lorenzini takımıyla yarışan Sofuoğlu, koşu sonrası takımının şampiyonluğunu işaret eden "1" numaralı forma ile altın kaplama botu giyerek, Türk bayrağıyla pistte tur attı.
Portekiz yarışını Fransız Jules Cluzel ilk sırada tamamlarken, Fransız Fabian Foret ise üçüncü sırada tamamladı. Genel klasmanda ise Sofuoğlu 218 puana ulaşırken, Jules Cluzel 185 puanla ikinci, Fabian Foret ise 160 puanla üçüncü sırada yer aldı.

Yalan Gerçeğin Utancıdır! NÜ

Yazılarımızda zaman zaman alıntılar yapmaktayız. Konu ile ilgili bir yazı bir şiir bizim için bazen bir çıkış noktası bazense konunun özü olabilecek şekilde kullanılabilmektedir.
Bu alıntılar kimi zaman bizden daha iyi bir şekilde konuyu okuyucuya sunabilmektedirler. “Yalan Gerçeğin Utancıdır” isimli denememizde, gerçeğin manipüle edilme çabaları ve bunun sonuçları üzerine fikirlerimizi aktardık. Çok geniş bir alanda fikirlerimizi toparlayıp cümlelerin gücü ile anlamlı ifadelere ve etkili söylemlere ulaşmaya çalıştık. Bunu uzun uzadıya satırlar ile anlatabilecek bir konuda kısacık cümlelerle başarmayı düşündük.
Anlatım dilinde sayfalarca süren bir düz yazı tekniğinden çok daha etkili anlatım biçimleri vardır. Bir resim, bir nota bir şiir bazen sessizlik bunu başarabilir.  
“Hepimiz büyümüyor muyuz “Kral Çıplak”masalı ile. Kral hiç giyinmiyor ki ömrü boyunca. Sadece maskeler çoğalıyor büyüdükçe. Ve utanıyor insan “Çıplak” görünce.” paragrafı ile neticelenen ilgili denememizin yeni yayınlanan “lool sevgiliye” isimli şiir kitabında yer alan “Nü” şiiri ile daha anlamlı ve daha etkili bir sonuca varabileceğimizi düşünerek paylaşmak istedik. İyi okumalar...


iyiturks


İyiturks Bilim:Aydoğan Özcan

Bilkent Elektrik Elektronik'ten 2000 yılında mezun olan Dr. Aydoğan Özcan 2005 yılında Stanford Üniversitesi Elektrik Elektronik bölümünden doktorasını almıştır. Yine Stanford'da kısa bir doktora sonrası çalışma sonrası 2006 yılında Harvard Tıp'taki Wellman Işıksal Tedavi Merkezi'nde araştırmacı öğretim üyesi pozisyonuna getirilmiştir. 2007 yılı yazında UCLA Elektrik Elektronik bölümüne Yrd. Doç. olarak katılmış Biyo- ve Nano-Fotonsal laboratuarını kurmuştur. Kendisi ve araştırma grubu aynı zamanda Kaliforniya Nanosistemler Enstitüsü (CNSI)'nün de bünyesindedir.
Dr. Özcan 14 Amerikan, 1 İngiliz ve 9 başvuru olmak üzere 24 patente sahiptir. Bu patentleri nanoskopi, geniş açılı resimleme, düz olmayan optik, fiber optik ve optik yaklaşım tomografi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Tüm patentleri ABD'nin lider savunma sanayi şirketi Northrop Grumman Corporation tarafından satın alınmıştır. Dr. Özcan'ın 70'i aşkın yayını bulunmaktadır.
Dr. Özcan Lifeboat Foundation bilimsel danışma kurulu üyesidir. SPIE Fotonik Batı Konferansının program komite üyeliği de yapmaktadır. NSF ve Harvard-MIT Innovative Technology for Medicine programları için panel üyeliği ve hakemlik yapmaktadır.
Prof. Özcan, merceksiz gözlemleme ve belirleme teknolojisi geliştirdiği için saygın bir ödül olan 2008 yılı Okawa Foundation Research Ödülüne layık görülmüştür. 2009 ONR Genç Araştırmacı Ödülü ile 2009 IEEE Fotonik Derneği (LEOS) Genç Araştırmacı Ödüllerini de almıştır. Biyofotonik, gelişmiş gözlemleme ve İnsan sağlığı için sensorlar üzerine verilen NSF Ödülünü de almıştır.
Prof. Dr. Aydoğan Özcan 'kan tahlili yapan cep telefonu' ile bilimin zirvesinde
ABD’nin California Üniversitesi’nde (UCLA) görevli 32 yaşındaki Prof. Dr. Aydoğan Özcan, kendi laboratuarında geliştirdiği kan tahlili yapan cep telefonu sayesinde ABD’nin en çok okunan dergilerinden Popular Science’ın Ekim 2012 sayısında, “tüm dünyada 2012 yılının en parlak 10 bilim adamı” arasında gösterildi.
Geçtiğimiz yıl da aynı listede yer alan genç Türk Profesör Özcan, Beyaz Saray’ın geçen yıl 94 genç bilim adamı ve mühendise verdiği ‘Başkanlık Kariyer Başlangıç Ödülü’ne layık görülmüştü. Son yıllarda sık sık ABD medyasında yer alan Özcan, kısa süre içinde ABD’nin en çok tanınan bilim adamlarından birisi oluverdi.
UCLA Elektrik Mühendisliği Bölümü’nde görev yapan Özcan’ın tıpta devrim yaratan cihazı, sıradan bir cep telefonunu hassas tahliller yapan bir mikroskoba çevirebiliyor. Maliyeti sadece 10 dolar olan cihazın kolayca cep telefonuna monte edilmesiyle, her yere taşınması mümkün olmayan pahalı aletlere ve uzun süre gerektiren kan tahlillerine gerek kalmıyor. Bunun yerine hastalıklar her yerde, kısa sürede ve ucuz yolla teşhis edilip sonuçlar bir tuşla tıbbi bir merkezdeki veri tabanına yüklenebiliyor.

'Uslu' değil, 'Us'lu olabilmek


Oldukça zor, meşakkatli fakat bir o kadar da önemli ve değerli bir süreç. Yaşamak, kısa ya da uzun süren, öyle ya da böyle oynamak zorunda olduğumuz bir oyun. Kazanmak ve kaybetmek de her oyunun doğal sonucu. Bu çağın yaşam oyununda ise artık sonucu belirleyen, doğru bilgiye ulaşma, onu etkili kullanabilme ve yönetebilme becerisinin varlığı ya da yokluğudur. Bu becerinin arkasındaki güç zekâdır. Karmaşık, çok boyutlu ve dinamik bir yapısı olduğu bilinen zekâ kavramı için, düşünme, algılama, yargılama, öğrenme, sonuç çıkarma yetenekleri denebilmektedir. Çevreye ve koşullara uyum sağlayabilme ve hatta değiştirme yetilerine de özellikle dikkati çekmek isterim. Bu durumda da en özel konumu yaratıcılığa verebiliriz.
Nedir yaratıcılık, kimdir yaratıcı insan?
Yaratıcılık, var olanın dışında bir şeyler ortaya koyabilmektir. Bilinen, alışılmış yöntemlerden çok daha farklı yöntemler kullanabilmektir. Yaratıcı insan, her şeyi olduğu gibi kabul etmeyen, yeni ve farklı bakış açıları oluşturabilen, girişimci ve özgür düşünceli insandır. Yaratıcılığın, tüm insanlarda olduğundan söz edilir fakat sonuçta herkese yaratıcı denmemektedir. Sadece yüksek IQ’lu olma durumuyla da açıklanması mümkün olmayan yaratıcılık için, aslında çok yönlü düşünebilme ve sonuç üretme becerisi kilit rol oynamaktadır. Arayışımız, zekânın ve yaratıcılığın en ön planda desteklendiği ve hedeflendiği bir eğitim sistemidir. Bu aşamada nasıl tek tip bir zeki insan modeli yoksa zekâ ve yaratıcılığı da ortaya çıkaracak tek tip bir eğitim modeli de düşünülmemelidir. Öğrenme aktif bir süreçtir. Birey, neyi, nasıl, nerede ve ne şekilde öğreneceği konusunda aktif rol oynamalıdır ki, sadece okudukları ya da öğretenin anlattıklarıyla sınırlı kalmasın. Kişi uyarıcıları kendi yaşantısıyla ilişkilendirerek öğrenmelidir. Ona bu fırsat verilmediği sürece, verilen bilgilerden yararlanma ve sonuç çıkarma olasılığı çok düşüktür. Ne yazık ki, bugün eğitim sistemimizin öğrenciden beklediği de budur. Uslu olsun. Verileni depolasın. Farklı düşünmesin, farklı ses çıkarmasın. Oysa çocuklarımızın uslu değil, “us”lu olmalarını hedeflemeliyiz. Onlara öğretmeyi değil, öğrenmeyi merkezine almış bir eğitim sistemi sunmalıyız. Onların kendi gelecekleriyle birlikte ülkenin geleceğini de kuracaklarını unutmamalıyız.
Geleceğin mimarlarına, elindekilerle yetinmeyip, dış verilerden yola çıkarak, gözlem ve deneyler yapabilmeleri konusunda olanaklar sağlamalıyız. Her seferinde başarılı sonuçlar elde edilemeyebilir, tıpkı Thomas Edison’un ampulü bulabilmek için binlerce kez denemek zorunda kalmış olması gibi. Kuşkusuz sonuncu denemenin başarısı önceki binlercenin yarattığı birikime dayalıdır.
Üzerinde çalışılan bir konuya verilen emek, gösterilen bağlılık, sabır ve sebat sonuca ulaşmada gerekli olan faktörlerdir.
Pek çoğumuz için sosyal, ekonomik ve kültürel hayatta karşılaştığımız ve uymakta zorlandığımız gelişmeler varken, çocuklarımız artık bunların içine doğuyorlar. Onların ilgilerini ve ihtiyaçlarını fark edebilmeli, deneme-yanılmalarına fırsat tanımalıyız. Ancak bu sayede hem bireysel, hem de toplumsal olarak gelişebiliriz. Bilgi çağı olarak adlandırılabildiğimiz bu dönemde, hızlı düşünüp hızla doğru tepki vermek kadar, serinkanlı olup enine boyuna irdeleyerek hareket etmek de önemli olacaktır. Her iki açıdan da ülkemizde pek çok olumlu çabanın olduğunu söyleyebiliriz.
Bilim, sanat ve teknolojide insan kaynağı oluşturmalıyız
1995 yılında çalışmalarına başlayan Türkiye Zekâ Vakfı, değişen toplumda en önemli sermayenin beyin gücü ve zekâ olduğuna inanarak; genç bir nüfusa sahip olan ülkemizdeki pek çok cevherin, bilgi üretimine katkıda bulunmasını ve bilgiyi yaratıcı biçimde kullanabilmesine zemin hazırlamayı temel hedefi olarak görmektedir.
Uluslararası rekabette üstün bir konuma gelebilmek için bilim, teknoloji ve sanat konularında gereken insan kaynağının oluşturulmasını sağlayacak bir eğitim politikasının belirlenmesine ve uygulanmasına katkı sağlamanın da önemine dikkati çeken Vakfımız etkinliklerini, projelerini bu doğrultuda geliştirmeye özen göstermektedir.
Türkiye’de TÜBİTAK araştırmalarına göre bilinen, 0-24 yaş aralığında 682 bin üstün zekalı birey bulunmakta. Bu sayının da nüfusumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu belirtilmekte. Bu bireylerin sadece 6 bin 942’sinin bilim ve sanat merkezlerinde, düzeylerine uygun eğitim olanaklarından yararlandığı biliniyor. Peki, ya geriye kalanlar?
Bu gençlerin her birinin birer cevher olduğu ve doğru yöntemlerle işlenmeyi bekledikleri üzerinde önemle durmak isterim. Son dönemde, bu konunun hassasiyeti, TBMM bünyesine de taşındı. Üstün yetenekli çocukların ülke düzeyinde belirlenmesi ve desteklenmesine dönük çalışmalara tüm partilerin özel önem göstermeleri çok sevindiricidir. Bu amaçla kurulan araştırma komisyonunda Türkiye Zekâ Vakfı olarak biz de etkin rol alacağız. Gençlerimizin yetenekleri doğrultusunda en doğru ve onlara en uygun ortamlarda eğitim almalarını sağlayarak, öğretmenlerinin ve ailelerinin emeği, desteği ve katkılarıyla, teknolojiden de yararlanarak geleceğimizi daha da aydınlatacaklarına inanıyorum.
Unutmayalım ki, insanı diğer canlılardan, bilgisayarlardan ayıran en temel fark, düşünme yeteneğine sahip olmasıdır. Bize kendimizi ve evreni muhakeme etme ve değiştirme şansı veren bu güç en büyük hazinemizdir. Onu kullanalım, küflenmekten koruyalım. Muhakeme gücünün küflenmesi uyarısını ancak Shakespeare’in bir trajedi içerisinde bu kadar güzel dile getirdiği gibi.
Nedir insan dediğin,
Ömründen bütün biçtiği uyku ve yeme içme ise?
En fazla bir hayvan, değil daha ötesi.
Bizi böylesine özene bezene yaratan,
Bu yeti ve yaradana yaraşır muhakeme gücünü
Vermemiştir hiç kuşkusuz,
Durduğu yerde küflensin diye!

W. Shakespeare /Hamlet

İletişim kuramı ve çift ilişkileri


Geçtiğimiz haftalarda, insan ilişkilerini, psikopatolojiyi ve psikoterapiyi kişilerarası ilişkiler bağlamında ve iletişim biçimleri üzerinden inceleyen bir yaklaşım olan iletişim kuramından bahsetmiştik. Sözel ve davranışsal biçimlerle sürekli olarak ilişkilerimizi yeniden tanımladığımızdan ve bir kurallar bütününden oluşan bu ilişki tanımlarını kontrol ettiğimizden söz etmiştik. İlişkiyi kontrol çabasının olağan olduğunu, ancak bunu inkâr etmenin psikolojik belirtilere yol açabildiğini belirtmiştik. Bu hafta, iletişim kuramı perspektifinden eşler arasındaki ilişkilere odaklanacağız.
Eşler arasındaki çatışmaların sebeplerini temel olarak üç konudaki anlaşmazlıklara indirgeyebiliriz:
1. İlişkide hangi kurallara uyulacağı
2. Örtüşmeyen ihtiyaçlara bağlı olarak iki tarafın birbiriyle tutarsız kurallar getirmek istemesi
3. Kuralları kimin koyacağı.
İlişkide kuralları kimin koyacağına dair çatışmalar, çözümü en zor olanıdır çünkü bu çatışmalar çiftler arasında bir güç savaşını içerir. Bir örnekle somutlaştıralım:
Bir çift, evin düzeni konusunda sorun yaşayabilir; taraflardan biri tertipli, diğeri dağınık olabilir. Eğer, biri, diğerinden "daha derli toplu" ya da "daha rahat" davranmasını isterse, aslında daha çok kendisi gibi olmasını istemiş olur. Böylesi bir talep, birçok zaman diğer tarafta engellenmişlik, öfke ve benzeri olumsuz duygulara yol açar. Bu duyguları yaşayan kişi, talebe karşılık vermeyebilir veya uyum sağlamayı seçebilir ama bu seçimi, olumsuz duygularının artmasına, hatta belki kendisine de kızgınlık duymasına sebep olur. Anlaşılacağı üzere, burada mesele, kontrol meselesidir.
Daha önce de söz ettiğimiz gibi, ilişkiye getirilmek istenen her kural, ilişkiyi tanımlamakla ilgilidir; ilişki tarzını pekiştirmeye yahut değiştirmeye yönelik bir girişimdir. Hatırlarsanız, ilişkilerin kabaca simetrik (eşit) ve tümleyici (hiyerarşik) olarak iki tarzda düşünülebileceğini söylemiş ve iki kişi arasındaki ilişki tarzının zaman içinde değişebileceğine değinmiştik. Hayatı paylaşan kişiler için özellikle geçerli olan bir diğer husus ise, iki kişinin her alanda aynı tarz ilişki kurmayabildiğidir.
Örneğin, aynı çift, ekonomik meselelerde daha simetrik (yani iki tarafın kontrol bakımından daha eşit olduğu), evin düzeni konusunda ise daha tümleyici (yani taraflardan birinin daha çok karar alan, diğerinin ise daha çok uyum sağlayan konumda olduğu) ilişki kurabilir.
Tahmin edersiniz ki başka bir çift için bunun tam tersi söz konusu olabilir. Bazı çiftlerde belli bir alanda bir kişinin daha çok kontrolde olması bir sorun olarak deneyimlenmez, bazısında ise bu ciddi bir sorun kaynağıdır.
İletişim kuramına göre, ilişkide bir miktar esneklik gerekir. Eşler arasında her daim birinin kontrolüne dayalı ya da her daim eşitliğe dayalı bir ilişkide ısrar edildiğinde birtakım zorluklar yaşanır.
Yakın ilişkilerde bazen kişinin kendisini, diğerine "bırakabilmesi" gerekir, bazen ise her iki tarafın da sorumluluğu ve kontrolü paylaşmaları beklenir. Ancak bu esnekliği sağlamak pek kolay değildir çünkü bir ilişkide iki kişi arasındaki dinamiklerden çok daha fazlası etkendir; yetişirken kendi ailelerimizde deneyimlediğimiz ilişkilerin belirleyiciliği oldukça fazladır. Öyle ki, ailelerimizde, hangi davranışların kabul olduğuna, hangilerinin ise kabul olmadığına dair bir dolu "öğreti" ediniriz. Bunları kimi zaman sözel olarak, örneğin, "ayıp"larla, "yasak"larla, "-meli/-malı" eklerinden nasibini alan cümlelerle yahut "aferin"lerle, kimi zaman ise davranış biçimleri üzerinden, mesela, onaylayan veya onaylamayan bakışlarla, beden pozisyonlarıyla, sözel olmayan türlü yaklaşımlarla ediniriz. Sonuçta, birçok kez, birtakım kuralları içselleştirir ve ileride eşimiz (ve diğerleri) ile bu kurallara uygun bir ilişki kurarız. Mesela, ailesinde "para ile ilgili konulara kadınların karışmaması gerektiği" görüşü hakim olan bir kadın, eşiyle ekonomik bakımdan tümleyici (hiyerarşiyi kabullenen)bir ilişki kurabilir. Bununla birlikte, bazen de geçmişteki ilişkiler bizi çok mutsuz ettiğinde ve bunun farkında olduğumuzda, benzer ilişki tarzlarının bir daha kimseyle tekrarlanmaması için yoğun çaba sarf edebiliriz. Örneğin, kendisine çok müdahale edilen bir ailede yetişen ve buna bağlı sıkıntıları olan bir kişi, eşiyle herhangi bir alanda tümleyici ilişki kurmaya direnç gösterebilir. Her iki şekilde de eşlerin kendi aralarında, geçmiş deneyimlerinden bağımsız ilişki kuramamaları sıkça anlaşmazlıklara sebep olur.
Eşler arasındaki cinsel sorunlar da sıklıkla ilişkinin tanımlanması ve bu tanımın kontrolüyle ilgilidir. Dolayısıyla cinsel sorunları da ilişkisel çerçevede değerlendirmek mümkündür.
Haftaya buradan devam.
Kaynak: Haley, J. (1972). Strategies of Psychotherapy. New York, NY:
Grune Stratton. Watzlawick, P; Bavelas, J; Jackson, D. (1967). Pragmatics of Human Communication; A Study of Interactional Patterns, Pathologies and Paradoxes.

İktisada Giriş: Aşk

İktisat teorilerinde bir şeyleri sabitlemeden sağlam ve bilimsel sonuçlara ulaşmak imkânsızdır. Arşimet’in “Bana bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım” değişi gibi iktisatçılarda “O, Bu, şu sabitken şu olabilir, bu olabilir” diye beklentilere kapılırlar. Şu anki şartlarda bu iki tarafında dediklerinin gerçekleştiği fiiliyatta pek görülmemiştir. Gerçek hayatta keşke istediğimiz şeylere ulaşabilmek için bazı şeylerin “Ceteris Paribus” olmalarını sağlayabilseydik! Keşke iktisat dersleri daha eğlenceli ve daha katılımcı olsaydı! Keşke iktisat mezunları kendi alanlarında çalışabilselerdi! Ve daha pek çok keşke oluşur hayatımızın gidişatı içinde. Bunlara yanarak ve Ceteris Paribus sanarak yaşarsak maalesef ki hiçbir teori bizim sosyal, ekonomik, fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarımızı karşılamaz.
Bu keşkelere yanmadan kendi gerçek dünyasında yaşam faaliyetini sürdürenlool sevgiliyeisimli kitabın yazarı aşkı, iktisadı, hayalleri ve gerçekleri bir şiirde harmanlayarak sıkıcı bir ders saatinde faydalı bir iç dünya yolculuğuna çıkmıştır. Bu yolculuğu kağıda dökerek bizlerle paylaşma erdemini göstererek pek çok iktisat teorisini de yanıltmayı başarmıştır.
Bize düşen, hiçbir ön yargı ve beklentiye girmeden, bu dizelerde aşkın ve bilimsel düşüncenin hezeyanlarında kısa bir yolculuğa çıkıp, “an”ın tadına varıp, şu ölümlü dünyadaki kısacık hayatımıza küçücük bir keyif katmaktır.