Şener Şen: Dostunun Kaleminden


Karakterlerinin çoğu repliğini ezbere biliyoruz. Badi Ekrem’in kung-fu sahnesini, Vecihi’nin titreyen sesiyle “Seviyorum, veriyor musun?” diye şarkı söyleyişini, ‘Züğürt Ağa’yı, ‘Muhsin Bey’i, ‘Eşkıya’yı... Ama onu ne kadar tanıyoruz? Türk sinemasının büyük ustası kendisinden bahsetmeyi sevmeyecek kadar mütevazı. O yüzden kalemi, ‘Fahriye Abla’ dışında çektiği tüm filmlerde Şener Şen ile çalışan yönetmen Yavuz Turgul’a bıraktık.

Yavuz Turgul

37yıldır süren bir yol arkadaşlığının içinden seçmeler yapmak… Hele bu süre içinde hakkımızda yazılıp çizildiyse, yan yana fotoğraflarımız çekildiyse, yan yana ödüller aldıysak, ben ona ödül verdiysem, kısacası içimiz dışımız biliniyorsa ve hepsi de kayıt altındaysa, internete girip bin yerden öğrenmek mümkünse... Nasıl olacak? Benim gözümden Şener, aslında Türkiye’nin gözündeki Şener ise size nasıl ‘bir başka açıdan’ Şener’i anlatabilirim?

Sıkıştığım zaman kendimi salıveririm. Kimilerinin ‘serbest çağrışım’ diyerek ciddi bir romanesk boyuta taşıdığı, benimse ‘daldan dala’ diye adlandırdığım uçarı bir alana sığınıp, beklerim. Şu anda yaptığım gibi. 

Aslında girizgâhla çelişecek (daldan dalanın faydaları) ama bir başka açı bana şunu söylüyor: “Ne yazarsan yaz, hep gizli kalacak biri üzerine olacaktır söylediklerin.” Doğru. Onun çocukluk döneminin bir fotoğrafı var bende. Objektife yansıyan bakışında bir hüzün, kırıklık var. Dünyanın yükünü omuzlamış gibi. Nasıl mesafeli. O yaştakilerden çok olgun. En ufak bir fırlamalık yok halinde. Çoktan büyümüş. Ve gördüklerinden ürkmüş gibi.

“Bir falcı gibi bilir”

Şener, şen şakrak, kahkahalı, yüksek volümlü gibi görünür ama... Gördüğümüz gerçek Şener midir?

Anlaması çok zor. Göründüğü gibi değil. Her gecesinin şenlik tadında geçmesi için programlar yapar, arkadaşlarını toplar, masalar kurar. (Hesabı illa kendi ödemek ister, cüzdanına davrananla itişir, gerekirse güreşir!) Gamlı, tartışma hastası, şeamet tellalı tipleri kendisinden uzak tutar, velhasıl eğlenir, eğlendirirken, yani siz öyle sanarken... O herkesi izler, her şeyi görür, söylemez, kendine saklar. İnsan kabahatlerine gülümseyerek bakar, derviş gibi kabullenir ve bu hali beni ifrit eder. O görmezden gelip bakışlarını başka yerlere çevirir, ben saldırırım karşımdakine. Kalbine, ruhuna, artık neresine gelirse. Dökülmesini, saçılmasını isterim. Şener, mahremiyetten yanadır. Kimseye sormaz, sorulmasından hazzetmez. İşin ilginç yanı sormaz ama karşısındakini çoktan okumuştur. Bir falcı gibi bilir. Kimse onun gülerken, içerken, şarkı söylerken, şaka yaparken bir iç yolculuğa çıktığını ve geri döndüğünü bilmez.

Ertem Eğilmez’in rahle-i tedrisinden geçmişliği vardır. Bilenler bilir, hiç kolay bir şey değildir bu. Onca şamatası bol, havai fişekli, şenlikli film yapıp, Eğilmez’e hem çok yakın olmak ama araya kırmızı çizgiyi çekerek, “Bir dakika! Burası benim özel alanım, kimse giremez!” imasında bulunmak, ancak Şener’in becereceği bir şeydi. Ertem Abimiz, o kadar zeki bir insandı ki, o da ister istemez çekilen hattın berisinde durmanın tek yol olduğunu anladı.

Samimiyeti sınırlı tutmak ve mahremiyete saygı. Şener budur. Hep mi böyledir? 

Değildir. Bazen çok içip zıvıtırız. Gülmekten ölmüşlüğümüz de olmuştur, oturup ağladığımız da. Kırmızı çizgi kalkar. O zamanlar benim içim yıkanır. Şener’e sarılmak isterim. Arkadaşlıktan dostluğa doğru aktığımız anlardır bunlar. Paha biçilmez anlar.

“İstese hanları hamamları olurdu”

Sete gelince... Benim halim malum, dost düşman bilir. Kimi zaman pervasızlığıma, halden anlamaz patlamalarıma kızar ama belli etmez. Kızmakta haklıdır. Ben bile kimi hallerime sinir olurum. Şener, işine o kadar saygılıdır ki, iyi bir film için hayatının en büyük tavizini orada verir, duruma katlanır. Bir gün bile bana ayar vermeye kalkmamıştır. Ağzından sitem dolu tek bir sözcük çıkmamıştır. Sessizce fırtınanın geçmesini bekler, işine devam eder (ki ben onun ne patlamalarına şahit olmuşumdur set dışında, kimi münasebetsizlere)… Bu tahammülü ne kadar gider bilmiyorum ama sonsuza kadar sürmeyeceği aşikâr.

İstese hanları, hamamları, yatları, atları, dubleks villaları olurdu. Dünya nimetlerini önüne serdiler. Tek yapması gereken anlaşmalara atacağı bir imzaydı. Ama atmadı o imzayı. Çünkü tek bir amacı vardı: İyi bir filmde yer almak. O kadar. Hiçbir dünya nimeti onu yolundan caydırmadı. Tenezzül bile etmedi. Üstelik bu nimetlere gözünün ucuyla bakması için o kadar haklı nedeni vardı ki. Yoksulluğu hepimizden daha iyi biliyordu. Adana’da biliyordu, İstanbul’da, Zeytinburnu’nda gecekondu hayatı yaşarken biliyordu, Doğu’da öğretmenlik yaparken, karlar altında tek göz odalı bir evde yoksulluğunu öğrencileriyle paylaşırken... Sonra daha da katmerlisini öğrendi, işportacılık yaparken, dublajdan dublaja koşarken, figüran olarak girdiği İstanbul Şehir Tiyatroları’nda, eşi Oya’yla bakkala ödenecek iki kuruşun hesabını yaparken... Yoksulluğu biliyordu.

“Yabancılara benzeme gayreti yok”

İşte bu adam, parayı pulu, her türlü zenginliği sonuna kadar hak eden bu adam, o imzayı atmadı. Dedim ya, onun için tek bir amaç vardı. İyi bir filmde oynamak, iyi bir rolde tüm yeteneklerini sergilemek. Gerisi hep teferruat olarak kaldı. 

Bu hayat, sinema okullarına giden, özellikle oyuncu olmak isteyen gençlere ders olarak okutulmalıdır. Bu dersi almak isteyen kaldıysa elbette.

Oyunculuğuna gelince... İzninizle, sanıyorum 2006 yılında bir festivalde onur ödülü almasıyla ilgili olarak festival kataloğuna yazdığım bir Şener Şen yorumunu aktarmak istiyorum. Bundan daha iyisini yazmayı beceremediğim için:

Eşsiz ve tek.

Türk temaşa sanatının en önemli isimlerinden biridir Şener Şen. “Temaşa” demem boşuna değildir. Şener Şen’in oyunculuğunun sınırlarını, ne tiyatro ne sinema ne müzikal ne stand-up ne de bir başka etkinlik çizebilir. Şener, hiçbir şeye sığmaz. O, usta çırak ilişkisi içinde geliştirdiği oyunculuğunu mekteplilerin aksine hiçbir öğretiye bağlı kalmadan muhteşem bir gözlem gücüyle, her an hayatı izleyerek olağanüstü bir düzeye yükseltmiş, ‘temaşa’nın hizmetine sunmuştur.

Ama bence daha da önemlisi Şener Şen, meddah, Karagöz, ortaoyunu gibi geleneksel seyirliklerin mirasından yararlanmayı bilmiş, Naşit’in, Dümbüllü’nün bıraktıklarını itinayla gözden geçirmiş, ayıklamış, tozlarını almış ve modern zamanların oyunculuğunun içine yerleştirmiştir. Kimilerine (ve elbette bu satırların yazarına) göre Doğulu ve Batılının gözünde “karakter” denen yaşayan, hisseden, fark eden, algılayan, tepki veren organizmanın davranış nedenleri farklıdır. Çünkü coğrafyaları farklıdır. Onları besleyen kaynaklar farklıdır. Bu farkı fark eden Şener Şen, bir ‘karakter’e bürünürken uzak diyarların oyunculuk metotlarından etkilenip, ‘onlar gibi olma’nın trajik gayreti yerine kendi özsuyuna yönelmiş, köklerinden aldığını imbikten geçirip damıtmış, hayat verdiği o eşşiz kahramanları hepimize armağan etmiştir. Sadece bu neden bile Şener Şen’i ‘eşsiz ve tek’ yapmaya yeter. Zaten öyledir.

“Elia Kazan ellerine sarıldı”

Oyunculuğu üzerine biraz daha konuşmak gerekirse, Elia Kazan’ın Muhsin Bey’i İstanbul Film Festivali’nde seyrettikten sonra nasıl Şener’in iki eline sarıldığını anlatmam lazım, aynı Muhsin Bey’le, San Sebastian Film Festivali’nde Uğur Yücel’le sahneye çıktığında İspanyol seyircisinin nasıl alkışladığını anlatmam lazım, Robert McKee’nin (ünlü senaryo kuramcısı, Story’nin yazarı) Eşkıya’yı izlemesinin ardından Türkiye’deki seminerinde “Kim bu adam?” diye hayranlıkla soruşunu anlatmam lazım. Dış ülkelerde aldığı övgüler ayrı bir yazı konusu. Ama biliyor musunuz, Şener, bu ödüllere de pek aldırmaz. Hayallerinin içinde bir Oscar heykeli olduğunu hiç düşünmüyorum. Onun terk derdi kendi seyircisinin, kendi insanının gözündeki yeri olmuştur.

Türk seyircisi de zaten bunu hissettiği için ona en büyük payeyi vermiştir. Gönlünü... Ben Yılmaz Güney’le birlikte hiç bu kadar sevilen bir insan görmedim. Eşkıya’nın ardından, bir dizi projesi için Güneydoğu Anadolu’da geziye çıkmıştık. Orada şahit olduklarımı size anlatamam. Şener, Türk insanı için bir aktörden ötededir. Yaşayan bir kahramandır. Ve bence “Bu büyük takdirin ardında yaptığı o güzelim filmler vardır” dersek cümlemiz eksik kalır. Türk insanı onun yoksullukları paylaşan bir insan olduğunu hissetmiştir. Tevazuunu hissetmiştir. Gösterişsiz hayatının farkındadır. Her daim gazetelerin, dergilerin magazin sayfalarını şereflendirenlerden ayrı tutmuştur. Türk seyircisi için Şener, açıkhava sinemasında çekirdeğini birlikte çıtlatarak film seyrettiği abilerden biridir. Ne mutludur ki bu abi hem perdede hem de yanlarındadır.

İşte böyle biridir Şener Şen.

Dedim ya, bu yazı, ne anlatılırsa anlatılsın, gizli kalacak biri üzerinedir. Bilmem anlatabildim mi? İnşallah bu gevezeliğim için beni affeder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iyi ve güzel...