Eğitimde dönüşüm - 1

Bayağı bir zamandır pek çok alanda bulunduğumuz yerden daha farklı bir yerlere gelme isteği ve çabası ön planda. Yavaş da olsa, üzerinde genelde anlaştığımız hedefler doğrultusunda adımlar atıyoruz. Ancak üç alanda bir türlü harekete geçemiyoruz: Sağlık, hukuk ve eğitim. Bunların içinde bir tek sağlık alanında son yıllarda bir kıpırdanma var, ama vizyon ve hedefler paylaşılmadığı için ancak kararlar alındıktan sonra haberimiz oluyor. Bu kararların ne ölçüde 20-30 yıl sonrası hesap edilerek alındığını bilemiyoruz. Hukuk alanı en dokunulmayan idi. Son bir-iki yılda, anayasanın değiştirilmesiyle ilgili ortak irade oluşmuş gibi. Umarız siyaset erbapları kendilerinden hiç beklenmeyen bir "ortak akılda" buluşurlar ve sonra da altını doldururlar.

Eğitim yerlerde sürünüyor. Cumhuriyet kurulduğunda, bizi Batı'dan ayıran en önemli farkın "bilgi eksikliği" olduğu varsayıldı. Hiç unutmam; ortaokulu bitirirken 28 dersten sınava girmiştik. "İyi okullarda" sınavlarda "tüm kitaptan sorulurdu". Kaliteli eğitim vermeyen okullarda ise birkaç bölümden soru gelirdi. Fark buydu. Öğrencide yeteneklerin eşit olarak dağıldığı varsayılır, dolayısıyla tüm derslerde yüksek performans beklenirdi. Tabii bu varsayım yanlış olduğu için, tüm dersleri en iyi ezberleyen en iyi öğrenci olurdu. Bu yeteneği olmayan öğrenci de tembel öğrenci olurdu. Durum değişmiş değil. Özellikle devlet okullarında hiçbir şey değişmedi. Hala bilgi açığımızı kapatmaya çalışıyoruz.

Bizi Batı'dan ayıran önemli farkın bilgi açığı değil, doğru soruları sorabilme ve bilgi üretebilme olduğunu henüz kavramış değiliz. Aslına bakarsak Batı da durumundan şikayetçi. Pek çok alanda bir dönüşümü gerçekleştirdikleri halde, bunun geniş kitlelere dağılmadığını söyleyip dururlar. Örneğin Londra'da annelerin yüzde 25'i çocuklarına yüksek sesle bir masalı kitaptan okuyamaz halde. Yani okuma düzeyleri 11 yaş civarında. Bundan da, etrafta olup bitenlerin çoğunu anlayamaz durumda oldukları sonucunu çıkarmak mümkün. Bu durumun çocuklarına nasıl yansıyacağıyla ilgili olarak fazla kafa yormak gerekmiyor. İngiltere'de durum buysa, bizdekini artık düşünün.

Sürekli değişen, gün geçtikçe daha rekabetçi bir hale gelen, yeniliğin her şey demek olduğu bir dünyada, eğer var olabilmek istiyorsak bazı varsayımlarımızı gözden geçirebilmeliyiz. Değişime açık olmak ve değişimin şart olduğunu anlamak çok önemli. Belki ilk iş; eğitim sisteminin bizde ve - genelde- dünyada kendisine temel aldığı ilkeleri sorgulamak olmalı:

Varsayım 1: Yüksek standartlar koymak ve bu standartların uygulanışını test etmek öğrencilerin öğrenmelerini sağlamanın en etkili yoludur. Bu yalnızca kısa vadede kazanç sağlar; uzun vadede kaliteli bir eğitim sunmak için standartlardan ve testlerden çok daha fazlası gereklidir.
Varsayım 2: Zayıf yönlere odaklanmak ve bu yönleri geliştirmek, öğrencileri daha başarılı kılmak için birebirdir. Hayatımızın pek çok alanında hep kendimizin veya başkalarının zayıf yönlerine odaklanıyoruz, ama zayıf yönleri biraz daha iyi bir hale getirebilmek için uğraşıp didinirken, çoğu kez güçlü yönleri kullanarak öğrencilerimizi çok daha iyi bir seviyeye ulaştırabileceğimizi unutuyoruz. Başarılı bir eğitim verebilmek için, güçlü yönlere odaklanmak, en az zayıf yönlere odaklanmaktan çok daha önemlidir.

Varsayım 3: Öğretmen ve müdürleri bilgi seviyelerine göre seçmek, öğrencinin başarılı olmasını garanti eder. Öğretmen ve müdürlerin yüksek bilgi seviyesine sahip olmaları, eğitim verebilmek için gerekli özelliklere sahip oldukları anlamına gelmez. Öğretim yöntemleri, kişilik özellikleri, ve hepsinden önemlisi öğrencilerle kurdukları ilişki, öğrencinin kendini geliştirebilmesi için elverişli olmalıdır.

Varsayım 4: Her bir öğrenci ve öğretmen için olumlu sonuçlar veren, mükemmel müfredat ve mükemmel öğretim yaklaşımı mevcuttur. Mükemmel müfredat veya mükemmel öğretim yaklaşımı diye bir şey yoktur. Hiçbir yöntem her öğrencide tıpatıp aynı sonucu vermez; çünkü her bireyin ihtiyacı ve potansiyeli farklıdır.

Varsayım 5: Çalışma ortamındaki unsurların, öğretmenin performansı üzerinde bir etkisi yoktur. Yapılan sayısız araştırma sonrasında artık bunun ne denli gerçekdışı olduğunu biliyoruz. Hangi iş alanı olursa olsun, çalışma ortamındaki unsurların, çalışanların motivasyonu ve performansı üzerinde büyük etkisi vardır. Olumsuz çalışma koşullarından etkilenen öğretmenin zayıf performans göstermesi, öğrencinin kaliteli eğitimden mahrum kalmasıyla sonuçlanır.

Varsayım 6: Okulların, ailelerin çocuklarının eğitimi konusunda sorumluluk üstlenmeleri için yapabilecekleri pek bir şey yoktur. Aslında okulların, aileleri çocuklarının eğitim sürecine dahil edebilmek için yapabilecekleri çok şey vardır ama bunun için öncelikle aradaki iletişim biçimini değiştirmeleri gerekir. Alışageldik öğretmen-veli ilişkisinde, iletişim hep tek yönlü, hiyerarşik; öğretmen konuşuyor, veli dinliyor. Bunu iki yönlü bir diyaloğa, bir alışverişe çevirmek şart. İlişkiyi, öğrencinin eğitimi için olumlu bir kaynağa dönüştürmek lazım. Aslında temelde şunu önermiş oluyoruz: Eğitim reformuna ihtiyacımız var ve mevcut yaklaşım tümüyle değişmeli. Benimsenmesi gereken temel yaklaşım ise her bir öğrenciyle birebir ilişki kurmak, öğrencinin yeteneklerine odaklanmak ve bu yetenekler üzerinden onları eğitim sürecine dahil etmek. Öğrencinin ilgisini, heyecanını, şevkini yakalayabilmek; bir eğitim sistemini başarılı kılan unsur, her şeyden önce bu. Tüm bu sorgulamaları yapmak ve dönüşümü sağlamak biraz hayal gibi. Hayır değil. Bu yaklaşımı benimsemiş okullar, öğretmenler ve müdürler gerçekten var. Kendisini yeteneklerini kullanmaya ve sürekli gelişime adamış öğrenciler de öyle. Önümüzdeki birkaç hafta onlardan bahsedeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iyi ve güzel...