Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri

Tarihi Gelişim

Tarihi kökenleri açısından bakıldığında, izi, Platon’un diyaloglarında “canlandırılan” Sokrates’in, “saflık taslayarak”, muhatabının bilgisizliğini teşhir etmeyi ve böylece onu kendi görüşleri doğrultusunda ikna etmeyi hedefleyen “taktik”ine kadar sürülebilen “ironi kavramı”na ilişkin tanıma, “bir olgu/durum/şey’in iç ve dış cepheleri arasında gerilim yaratan bir zıtlık ilişkisinin bulunabileceği” fikrinden yola çıkılarak varılabilir: akıllı, bilge ve yüksek karakter sahibi Sokrates’in, kendisini olduğundan “az” göstermesi, buna ek olarak, “iç” güzelliğiyle çelişecek biçimde çirkin bir “dış görünüş”e sahip olması, sözünü ettiğimiz “gerilimli zıtlık ilişkisi”ni örneklendirerek, “ironi” kavramına yönelik tanım çabaları açısından bir başlangıç noktası oluşturur.

Kavramın tarihsel gelişimine ilişkin bu perspektif içinde, Aristoteles’in gerçek duygularını saklayarak menfaat elde etme peşinde bir karakter olarak tanımladığı “eiron”un da hatırlanması gerekir; övüngen bir tip olan “alazon”la zıtlık içinde tanımlanan “eiron”, alçakgönüllü görünmeye gayret eder, ancak bu alçakgönüllülük, Sokrates’inki gibi bilginin doğurtulmasına yönelik bir taktik değildir, şahsi çıkar amaçlıdır. Buna karşılık, kişinin ne düşündüğünü ve ne hissettiğini kendisine saklaması, gerçek duygularının çoğu kez zıddını yansıtacak biçimde davranması hali, Sokrates’in “saflık taslaması”yla biçimsel bir benzerliğe sahiptir. Bu durum, ironinin yapısal bir özelliği olan “görüntü ile içerik arasındaki farklılık ilişkisi”ne bir kez daha dikkatimizi çekmelidir.

“Eiron” tipinin nispeten olumlu özellikler kazanması ise, yine bir antik çağ düşünürü olan Pyrrho’nun tanımı üzerinden gerçekleşir: buna göre, “eiron” tutarsız ve çelişkili bir evrende yaşadığımızın farkına varan, dünyayı “saçma” kavramı açısından değerlendiren, bu saçma evrenin özelliklerini teşhir ederken, bireylere de alaycı bir sükûnet haline ulaşmayı tavsiye eden bir kişiliktir. Pyrrho’nun görüşlerinin izine, daha sonra değineceğimiz “genel ironi” kavramı çerçevesinde rastlanacağını burada belirtelim.

İroni kavramının tarihi gelişimi açısından bir diğer önemli katkı, Latin dünyasının büyük retorik üstadı Quintilian’dan gelir. İroniyi “saklayıp gizleme” (dissimulatio) ve “–mış gibi yapma” (simulatio) kavramları açısından tanımlayan Quintilian’ın en önemli buluşu, ironiyi salt dile ait bir olgu olmaktan çıkararak, “bireyin hayat karşısındaki genel tutumu”nu tanımlamakta kullanmasıdır. Buna göre, ironi hayat karşısındaki genel “duruş”u gösterir; bu kavramı örneklendiren tipik kişilik ise yine Sokrates’tir.

Çağdaş ironi kavramının Batı dünyasındaki gelişimi ise genel olarak 16. yüzyıldan başlatılmaktadır. Bu çağdan itibaren, o zamana kadar geçerli olduğu kabul edilen ideolojik sistemlerin yetersizliği ortaya çıkmaya başlamış, evreni tanrıyla-insan arasındaki hiyerarşik ilişki temelinde tanımlayan ve değişmezlikleri nedeniyle “kapalı ideoloji” olarak adlandırılan ideolojilerle, bu ideolojilere rakip olarak ortaya çıkan yeni ve “açık ideoloji”ler arasındaki çatışma, “genel ironi” kavramı aracılığıyla tanımlanmıştır. Buna göre, “kapalı ideoloji”lerin kendilerince tatmin edici biçimde tanımladıkları evren, aslında güvenilmez ve bilinemez bir yerdir. “Genel ironi” bu anlayışı gösteren bir tavırdır; eski ve yeni dünya anlayışları arasındaki uyuşmazlığa dayalı olarak, eski düzenin eleştirel bir sorgulamasını öngörmektedir. Evren karşısındaki bu eleştirel tavrı ifade eden genel ironi’nin karşısında ise edebiyatta, özellikle de satir, komedi ve bazen de trajedide rastladığımız “spesifik ironi” kavramı yer alır. Spesifik ironideki eleştirel tavır, kendi pozisyonlarının doğruluğundan ve haklılığından hareket eden kişilerin, aynı şekilde düşünemeyen ve davranamayan kişilere yönelik tepkisini dile getirir. Genel ironi, evrenin ve hayatın çelişki ve tutarsızlıklarını sergilemeye yönelirken, “spesifik ironi” eleştiri yoluyla toplumun ve bireyin ıslahına yönelen edebi türlerin kullandığı bir tekniktir; bu açıdan eleştirel ve ıslah amaçlı bir tür olan “satir”in oluşmasında temel bir yapı unsuru olarak işlev görür.

Evrenin niteliği, tanrının varlığı-yokluğu, yaşam ve ölüm gibi kapsamlı sorulardan yola çıkan ve bu tür soruların cevaplanamazlığına dikkat çeken genel ironi, çağdaş problemlerin ele alınması sırasında, politik mücadelenin bir aracı olarak, eski “grand narrative”lerin yani evrenin işleyişini açıklama iddiasındaki “kapsamlı ideolojik söylemler”in altının oyulması amacıyla kullanılmıştır. Örneğin, baskıcı dinsel yapılanmaların ateist ve liberal felsefeciler tarafından aşındırılması, genel ironinin bir uygulama alanını gösterir. Faşist ve komünist ideolojilerin “dünyanın işleyişini açıklama iddiası”nın eleştirilmesi de benzer bir genel ironi uygulamasını gösterir. Bu nedenle, genel ironinin baskıcı rejimler karşısında “özgürleştirici” bir etkisinin bulunduğu söylenebilir. Buna karşılık, bireysel hayatlar açısından bakıldığında, genel ironi, hayatın ve yaşamın bir anlamı olmadığı yolundaki çıkarsamalarıyla, bazı bireylerin hayatı olumsuzlama eğilimlerinin bir aracı ve dayanağı olarak da nitelenebilir; bu yönüyle de nihilist felsefelerin bir aracını oluşturur. Özetle söylersek, tarihsel perspektiften görüldüğünde, “genel ironi”nin Pyrrho’nun ironi tanımı kapsamında ele alınabileceği açıktır.

Spesifik ironi ise, ironistin, çözümünü bildiğine inandığı sorunsallara yönelik “yanlış tutum” içindeki birey ve toplulukları teşhir etmesinin bir aracı olarak işlev görür. Esas olarak “satir” türünün bir özelliği olan bu yaklaşımda, ironi, genel geçerliliği olan belirli bir ahlaki standardın varlığını ya da evreni algılamaya yönelik doğru bir yöntemin, örneğin bir ideolojinin geçerliliğini, bu standardın dışına düşenlerin ise yanıldıklarını kabul ederek, bu yanılgıyı teşhir etmeye yönelir. Bu durum, bizi ironinin diğer edebi türler tarafından kullanılan bir araç olduğunu görmeye sevk edecektir. Gerçekten de, komik edebi türlere ilişkin genel sınıflandırma, “satir”i bir tür, “parodi”yi hem bir tür ve hem de bir teknik olarak tanımlarken, “ironi”yi esas olarak bir teknik olarak nitelemektedir. Burada, genel ironinin özgürleştirici etkisinin tersine, spesifik ironinin “muhafazakâr” eğilimlerin bir aracı olabildiğine dikkat edilmelidir.

18. yüzyıl sonlarından itibaren ortaya çıkan ve Alman felsefesiyle bağlantılı olarak değerlendirilmesi gereken “romantik ironi” kavramı ise Schlegel kardeşler, Müller ve Solger gibi isimler çerçevesinde ele alınmalıdır. Romantik ironi, temel kavramlarından biri olan “kendi bilincindeki sanat” anlayışı üzerinden, çağdaş edebiyat kuramlarının kimi sorunsallarını bünyesinde barındıran erken bir gelişmeyi ifade eder; bu yönüyle de postmodern edebiyat kuramlarını akla getirir. Diyebiliriz ki, romantik ironi, insanın kendi kendisinin farkına varması, buna paralel olarak, hayatın karmaşasını ve bu karmaşayı kabul zorunluluğunu anlaması temeline dayanır.

Bu kabulün doğal sonucu ise, hiç bitmeyen, sürekli yenilenen ve yazarın kendisini de işin içine dahil ettiği bir eleştiri anlayışıdır. Burada, bir yandan “dünyanın insana karşı ironik tutumu” yani insanın bilinemezlikler içinde yaşamak zorunda olması ve bu dünyada bir düzen kurmaya yönelik ihtiyacının boşa çıkması, böylece, bir tür “kozmik alay”a maruz kalıyor olması, diğer yandan da, “insanın dünyaya yönelik ironik tutumu”, yani, bireyin içinde yaşadığı irrasyonel ve saçma varoluş koşulları karşısında aldırışsız bir tavır takınması, “dünyayı alaya alması” söz konusudur.

Romantik ironi akımının en önemli düşürlerinden biri olan W. Schlegel’e göre, bireysel ego, özellikle de sanatçının egosu, zihin aracılığıyla, dünyadan belirli bir ölçüde bağımsızlaşabilir. Bu bağımsızlaşma, evrensel çelişkilerin ironi aracılığıyla sanat yapıtının bünyesine dahil edilmesini ve böylece aşılmasını öngörür. Buna göre, çelişkilerle dolu bir yapı, ancak kendisi de çelişkili bir tutum tarafından yansıtılabilir. Sanatsal faaliyetler de, bir yandan bu çelişkiyi yansıttıkları, bir yandan da bizzat kendi yapılarında çelişkili ve uyuşmaz unsurları barındırdıkları için, ironik bir perspektifi temsil ederler. Bu açıdan, romantik ironi “genel ironi” durumlarının sanat aracılığıyla ifade edilmesidir diyebiliriz.

Sanat doğası gereği gerçekliği yansıtma girişiminde başarısızlığa uğramaya mahkumdur. Bir yandan sanatın bu eksikliği, bir yandan da, sanat eserinin hayal dünyasında yer alan, yani gerçek dünyada mevcut bulunmayan bir nesne olması, romantik ironinin ortaya çıkmasındaki başlıca etkenlerdir. Sanatçı eserinin gerçek olmadığını, bir kurgu olduğunu gösteren açık ya da imalı sözlerle romantik ironiye giden yolun başlangıcını oluşturur. Sanatın zihinlerimizde oluşturduğu “yanılsama”nın, yani “sanatın gerçeği yansıttığı duygusu”nun yıkılmasını amaçlayan bu tutum, “ön-romantik ironi” olarak da adlandırılmaktadır.

Buna karşılık, sanatçının yapıtının gerçek değil de kurgu olduğu yolundaki açık ya da imalı sözleri, sanatın oluşturduğu yanılsamayı kaldırmak için yeterli değildir. Bir yanılsama düzeyinin yıkılması durumunda, bir diğer yanılsama düzeyi onun yerini alacaktır; bu insan zihninin çalışmasına ilişkin bir özelliği gösterir.

19. yüzyıldan itibaren, ironi, zeka ve mizah duygusuyla ilgili bir kavram olarak ele alınmaya başlamıştır. Bu çerçeve içinde, “ironik” tanımının olumlu bir anlamı ifade etmekte kullanıldığını söyleyebiliriz. Buna göre, ironik olan edebiyat ironik olmayan edebiyattan daha iyidir. 20. yüzyılın başlıca eleştirel akımlarından Yeni Eleştiri’nin önde gelen yazarı Cleanth Brooks, ironiyi iç ve dış arasındaki çelişkiye dayalı bir olgu olarak tanımlamak yerine, farklı yorumların bir arada tutulmasına olanak vererek, okuyucuyu, bir metindeki anlamın belirlenmesinde kullanılan süreçlerin belirsizliğini görmeye yönlendiren bir güç olarak tanımlar.

Buna göre, ironi bir metindeki uyumsuzlukların tespitine ilişkindir. Şiirin parçaları arasındaki bağlantı konusu üzerinde duran Brooks’a göre, “bir ifadenin çerçeve ifade tarafından eğilmesi” ironi anlamına gelir. Çerçeve ise esas olarak konuşmacının “ses tonu”ndan oluşur. Özetle söylersek, ironi anlamın içindeki uyumsuzlukların tespitini gerektirir. Bu tespitlerin yapılması ise eleştirmenin duyarlılığına bağlıdır. Bu durum, yazar ya da metni öne çıkaran eleştiri anlayışlarına karşı, eleştirmeni öne çıkaran bir edebiyat anlayışını ifade eder.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iyi ve güzel...