Pele'nin Varisi Adu Rizespor'da

Dünyanın en saygın gazetelerinden Washington Post, Gana doğumlu Amerikalı orta saha oyuncusu Freddy Adu'nun Bank Asya Birinci lig takımlarından Çaykur Rizespor'la anlaştığını flaş haber olarak duyurdu.

Amerika'dan sonra Avrupa'da Benfica, Monaco, Beleneses ve Aris gibi takımlarda top koşturan Adu'nun bir türlü istediği istikrarı yakalayamadığını kaydeden gazete, 21 yaşındaki genç futbolcunun bu sezon Çaykur Rizespor formasını giyeceğini duyurdu.

Pele'nin vârisi olarak dünya kamuoyuna sunulan ABD'li oyuncu Freddy Adu, Bank Asya ekiplerinden Çaykur Rizespor'da forma giyecek.
 
Bank Asya 1. Lig takımlarından Çaykur Rizespor sansasyonel bir transfere imza atarak, futbol dünyasına adım attığında Pele’nin vârisi olarak gösterilen ABD’li oyuncu Freddy Adu’yu ve gurbetçi futbolcu Erdem Şen’i transfer etti. Kulüp sportif asbaşkanı Bekir Mete, yaptığı açıklamada, teknik direktör Ümit Kayıhan’ın isteği doğrultusunda transferde görüşmelerde bulunduklarını belirterek, “Adu ile sezon sonuna kadar kiralık olarak anlaşma imzaladık. Eğer her iki taraf sezon sonunda memnun kalırsa satın alma opsiyonunu kullanarak kadromuza katacağız” dedi.

Egzersiz ve depresyon - II

Geçen yazımızda egzersiz ve depresyon ilişkisini ele almış depresyona, depresyondaki kişinin beyninde gerçekleşen değişikliklere ve ilaçla egzersizin depresyon tedavisindeki etkilerine değinmiştik. Bugün ise konuyla ilgili bilimsel çalışmalardan çarpıcı örneklerle sohbetimize kaldığımız yerden devam edeceğiz ama önce bilgilerimizi tazeleyelim.
1950’li yıllar itibariyle önceleri tamamen psikolojik bir fenomen olarak değerlendirilen depresyonun biyolojik bir boyutunun da bulunduğu fark edildi. Depresyonu, bu boyutu hedef alarak tedavi etmeyi amaçlayan antidepresanların temel işlevi; beyindeki bağlantılar arasındaki iletişimi sağlayan kimyasalların salgılanımını dengelemektir. Düzenli yapılan egzersiz de benzer etkiyi gösterebiliyor.
Egzersizle depresyon arasındaki ilişkiye işaret eden örneklerle devam etmeden önce bir hatırlatma yapmakta fayda var. Beden, beyin ve zihin arasındaki ilişki çok yönlü bir ilişki; her biri bir diğerini etkiliyor ve bir diğerinden etkileniyor. Egzersiz söz konusu olduğunda da durum aynı.
Temel araştırmalar
1. Berkeley’de (ABD) yapılan Alameda County Study isimli araştırma projesi en iyi örneklerden biri.  Araştırmacılar ilk kez 1965, daha sonra 1974 ve 1983 yıllarında anket verdikleri 8.023 kişinin yaşam tarzı alışkanlıklarının ve sağlık durumlarının nasıl ilerlediğini 26 yıl boyunca izlediler. Araştırmanın sonunda, başlangıçta hiçbir depresyon belirtisi olmayan kişilerden zaman içerisinde hareketsizleşenlerin depresyon riskinin, diğer kişilere oranla 1,5 kat daha fazla olduğu görüldü. Paralel olarak, araştırmanın başında aktif olmayıp 1965 ve 1974 yılları arasında spora başlayanların depresyon riskinin, ilk baştan beri aktif olanlara kıyasla daha fazla olmadığı anlaşıldı.
2. Hollanda’da 20 bine yakın sayıda ikiz kardeşin ve ailelerinin incelendiği, 2006 yılında yayımlanan bir çalışmada ise egzersiz yapanların daha az kaygılı, daha az depresif, daha az nörotik ve sosyal açıdan daha dışa dönük oldukları görüldü.
3. Benzer biçimde 1999 yılında Finlandiya’da gerçekleştirilen ve 3 bin 500’e yakın katılımcıyı kapsayan bir çalışmada, haftada iki-üç defa egzersiz yapanların daha nadir yapanlara veya hiç yapmayanlara oranla depresyon, öfke, stres ve güvensizlik gibi olumsuzlukları belirgin bir ölçüde daha az yaşadıkları anlaşıldı.
4. Amerika’nın en prestijli üniversitelerinden biri olan Columbia Üniversitesi’nde 2003 yılında yapılan ve 8 bin 98 kişinin dahil olduğu çalışmada da benzer ilişki tespit edildi.
5. Yine Amerika’nın en prestijli üniversitelerinden biri olan Duke Üniversitesi’nde 1999 yılında gerçekleştirilen ve çok ses getiren projelerden bir diğeri SMILE (Standard Tıbbi Müdahale ve Uzun Süreli Egzesiz) adlı çalışmaydı. Araştırmacılar çalışmaya katılan ve depresyon tanısı almış 156 kişiyi ilaç tedavisi, egzersiz ve kombine tedavi olmak üzere üç gruba ayırdı. Egzersiz grubundakiler kapasitelerinin yüzde 70-85’ini kullanarak, ısınma ve soğuma egzersizleriyle birlikte toplam 45 dakikalık hızlı tempo yürüyüş yapıyordu. Çalışmanın sonunda her üç grubun da depresyon seviyelerinde fark edilir biçimde azalma görüldü. Araştırmacılardan James Blumenthal, egzersizin, ilaç tedavisi kadar etkili olduğu sonucuna vardı. Bununla birlikte, ilaç tedavisi verilen gruptakilerin kısa vadede daha çabuk bir rahatlama deneyimledikleri görüldü. Ancak altı ay sonra sonuçlar araştırıldığında, uzun vadede egzersizin, ilaç tedavisinden daha etkili olduğu anlaşıldı. İlaç tedavisi grubundakilerin yüzde 52’sine kıyasla, egzersiz grubundakilerin yüzde 30’unun, çalışma sürecine rağmen hala depresyonda olduğu tespit edildi. Benzer şekilde çalışma süreciyle düzelme gösterenler arasında ilaç tedavisi grubundakilerin yüzde 38’i yeniden depresyona girmişken bu oran, egzersiz grubundakiler için yüzde 8’di. (Merak edenler için: Kombine tedavi (ilaç ve egzersiz) en olumsuz sonuçları veren yöntemdi. Araştırmacıya göre bunun sebebi, ilaç kullanıyor olmanın, egzersizin sağladığı,  özgüven kazandıran süreçlerin önüne geçmesi ve öz hakimiyet duygusunu engellemesiydi).
Özellikle vurgulamak istiyoruz ki bir egzersiz seansıyla anlık olarak daha iyi hissetmek mümkün olsa da kişinin ruh halini sürekli yukarılarda tutabilmesi için bir süredir düzenli biçimde devam ediyor olması gerekiyor. Depresyonun üstesinden gelmek için önemli bir unsur, kişinin ertesi gün de kendisini iyi hissedeceğini bilmesidir. Bu, periyodik egzersizler ile biraz daha uzun zaman alabilir. Ancak yol kat etmek, yavaşça başlayıp adım adım ilerlemekle başlar.
Biliyoruz depresyon öyle bir şey ki insanı bazen koltuğundan kalkamayacak gibi hissettirebilir. Ancak durum öyleyse, hareket etme gereksinimi çok daha acil demektir. Unutmayın bedeni harekete geçirmek, beyni harekete geçirmek için birebirdir.
Kaynak: Ratey, J.J., & Hagerman, E. (2008). Spark: The revolutionary new science of exercise and the brain. NY: Little, Brown and Company.

Emre Konuk İşte İnsan
http://www.isteinsan.com.tr/yazarlar/egzersiz_ve_depresyon_ii.html

Egzersiz ve depresyon

Geçtiğimiz haftalarda, düzenli olarak yapılan egzersizin beyin fonksiyonları üzerindeki olumlu etkisine değinmiş ve öğrenme kapasitesi ile ilişkisinden bahsetmiştik. Bedeni çalıştırmanın; kişinin düşünce süreçlerini, odaklanmasını, duygu durumunu ve motivasyonunu belirgin bir biçimde iyileştirdiğini ve öğrenme kapasitesini geliştirdiğini vurgulamıştık. Özellikle sosyal uyaranların da mevcut olduğu durumlarda öğrenmeyi pekiştirdiğinden ve sosyal becerileri fark edilir biçimde arttırdığından söz etmiştik.
Düzenli egzersiz yalnızca bu bilişsel fonksiyonları geliştirmekle kalmıyor; stres, kaygı, depresyon gibi işlevselliğimizi olumsuz yönde etkileyen birçok sorunun üstesinden gelinmesine de yarıyor. Bugünkü yazımızda egzersizin depresyonla ilişkisini ele alacağız.
1950’li yıllarda deneysel bir tüberküloz ilacının, insanların garip bir biçimde daha mutlu olmasını sağladığının fark edilmesiyle antidepresanlar sahneye çıktı. Birkaç yıl içerisinde depresyon semptomlarını gidermeye yönelik çeşitli ilaç tedavileri türedi. Önceleri tamamen psikolojik olduğu varsayılan bu problemin biyolojik bir boyutunun da bulunabileceği ilk kez o zaman fark edildi. Böylelikle alanda beynin, zihni nasıl kontrol ettiğini anlamak üzere hummalı bir çalışma başladı. (Bir hatırlatma: Gündelik hayatta “beyin” ve “zihin” kavramları sıklıkla eşdeğer kavramlarmışçasına kullanılır. Oysa beyin biyolojik, zihin ise psikolojik bir fenomendir. Bu iki fenomen aynı olmamakla birlikte, birbirlerinden bağımsız da değildir.)
Beden, beyin, zihin üçlemesine geçmeden önce biraz depresyondan bahsedelim.
Depresyon, toplumumuzda en sık rastlanan sağlık sorunlarından biridir. Ciddi bir meseledir; ciddiyetle ele alınması gerekir. Önemli riskler barındırır; beraberinde kişisel ve kişiler arası başka problemler getirir. Kişinin işlevselliğine en çok ket vuran sağlık sorunlarının başında gelir.
Depresyondaki kişiler birbirlerinden taban tabana farklı semptomlar deneyimleyebilirler. Örneğin, biri uykuya dalmakta ve uyumakta güçlük çekerken, bir başkası uyanmakta ve uyanık kalmakta zorlanabilir. Aynı şekilde, birisi en basit kararı veremez durumda, çaresizlikle kabuğuna çekilirken, diğeri karşısına çıkan her şeye ve herkese meydan okur hale gelebilir.
Depresyonu tedavi etmeye yönelik pek çok ilaç vardır ve doğru ilaç kullanıldığında semptomlar başarıyla ortadan kaldırılabilir. Ancak semptomların çeşitliliği kimi zaman doğru ilacı bulmayı zorlaştırır. Ayrıca, her bünyenin aynı ilaca aynı tepkiyi vermediği de bir gerçektir. Aynı ilacı kullanan iki kişiden birinde hiçbir yan etki görülmezken, diğerinde baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı, kusma, kas ağrısı, cinsel istekte ya da işlevsellikte azalma veya başka birçok yan etki görülebilir.
Yapılan çalışmalar, düzenli egzersizin de depresyon tedavisinde yararlanılabilecek bir tedavi aracı olduğunu gösteriyor. Üstelik egzersizin antidepresanlarla aynı vazifeyi gördüğünü belirtenler de çabası.
Egzersizin depresyona nasıl iyi geldiğinden bahsetmeden önce depresyondaki kişinin beyninde ne olup bittiğine basitçe değinelim.
Bugün, beyin görüntüleme teknikleri aracılığıyla gerek depresyonun beyinde sebep olduğu değişiklikleri gerekse ilaçların ve egzersizin tedavide nasıl etki ettiğini somut olarak görebiliyoruz. Depresyondaki kişilerin beyinlerinin bazı alanlarında, rahatsızlığın süresiyle orantılı bir küçülme gerçekleşiyor. Buna ek olarak, beyindeki bağlantılarda kopukluk yaşanıyor ve bu bağlantılar arasındaki iletişimi sağlayan kimyasallarda denge sorunu oluşuyor. Aslında, depresyonun biyolojik boyutunu, beynin duygusal döngüsünde fiziksel bir değişimin gerçekleşmesi olarak açıklayabiliriz. Beyin, olumsuz bir duygu döngüsü içine hapsoluyor ve kendisini bu döngüden kurtarması için gerekli olan esnekliği kaybediyor.
Depresyonu yalnızca boşluk duygusu, çaresizlik, ümitsizlik ve benzeri olumsuz duygular çerçevesinde düşünmemek lazım. Depresyon aynı zamanda, öğrenmeye, dikkate, enerjiye, motivasyona, yani düşünen bir beynin tüm işlevlerine ket vuran bir olgu. Üstelik etki alanı bunlarla da sınırlı değil; uyku, yemek yeme, cinsellik ve genel olarak kendimize bakma gibi dürtülerimizi de köreltiyor. Dolayısıyla, depresyon bir nevi adaptasyon sorunu.
Antidepresanlar, bu adaptasyon sorununu çözmek için beyindeki bağlantılar arasındaki iletişimi sağlayan kimyasalları dengelemeyi hedefliyor. Egzersizin de benzer etkileri olduğu bir gerçek. Üstelik egzersiz ölçülü yapıldığı takdirde, herkese bir miktar da olsa iyi geliyor. Yan etkisi bulunmuyor ve hiçbir bünyeye dokunmuyor.
Egzersiz yalnızca “mutluluk hormonu” olarak bilinen endorfinin salgılanmasını sağlamakla kalmıyor; çok önemli bazı kimyasalların salgılanımını da dengeye getiriyor. Norepinefrin seviyesini arttırarak beyni harekete geçiriyor ve özgüveni yükseltiyor. Dopamin seviyesini arttırarak dikkati ve motivasyonu yükseltiyor, beynin ödül merkezindeki dopamin alıcılarına bağlı enzimlerin oluşumunu tetikleyerek tatmin duygusu yaratıyor. Serotonin seviyesini düzenleyerek duygu durumunu, dürtü kontrolünü ve özgüveni daha ideal bir hale getiriyor.
Çok faydalı olmakla birlikte, egzersizin ilaç kadar çabuk tesir etmediği de bir gerçek. Kalıcı bir etki gösterebilmesi için bir süredir düzenli biçimde devam ediyor olmak gerekiyor.
Haftaya egzersiz ve depresyon ilişkisine işaret eden bilimsel çalışmalardan örneklerle kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Kaynak: Ratey, J.J., & Hagerman, E. (2008). Spark: The revolutionary new science of exercise and the brain. NY: Little, Brown and Company.

Emre Konuk İşte İnsan

Dünya Mirası Türkiye:8 Pamukkale

Doğunun antik kentlerinden biri olan kutsal kent Frigya Hierapolisi UNESCO Dünya Mirası Listesine 1988 yılında girmiştir.
Hierapolis'in gizemini dünyaya yayan efsaneye göre, çirkinliğinden bıkan çoban kızı, canına kıymak için kendini sulara atar ve Hierapolis'in sularında güzeller güzeli bir kıza dönüşür.
Hierapolis'in temelleri Firigler döneminde atılmıştır ve adını Helenistik dönemin Bergama kralı Telephoss'un güzel karısı Hiera'dan alır. Hıristiyanlığın küçük Asya da yayılmasında en önemli rollerden birini üstlenen Hierapolis, aynı zamanda İsa'nın oniki havarisinden biri olan St.Philippe'in öldürüldüğü kenttir. Bu nedenle İ.S.4.yy da onun anısına din merkezi İlan edilen Hierapolis, daha sonra doğunun kılavuzu unvanını alarak I.S. 96 ile 162 yılları arasında en parlak dönemini yaşamıştır. İ.S. 395 yılında Bizans yönetimine geçen Hierapolis artık Piskoposluk merkezidir.
Doğa ile tarihin eşsiz buluşması Pamukkale'de bulunan ve Kutsal Kent anlamına da gelen Hierapolis antik kenti; Nekropolü, Domitiyan yolu ve kapısı, kare alan içine oturtulmuş Oktokonus tapınağı, Apollo ve Artemis Ne el ele mitolojiden birçok sahneyi temsil eden tiyatrosu, Frontlnus caddesi ve kapısı, Agorası, Kuzey Bizans Kapısı, Güney Bizans Kapısı, Gymnasium, Trltonlu Çeşme Binası, Apollon Kutsal Alanı, Su Kanalları ve Nympheumları, Surlan, Aziz Phılıppus Martynonu ve köprüsü, Direkli Kilisesi, Nekropol Alanı, Katedral ve Roma Hamamı kalıntıları ile olanca görkemiyle ayakta durmaktadır.
Tarih boyunca, termal suyun içindeki kalsiyumun çökelmesi ile oluşan doğa harikası Pamukkale travertenleri 2.700 metre uzunluğunda ve 160 metre yüksekliğindedir. Parlak beyaz rengiyle Pamukkale'yi 20 km uzaklıktan görmek mümkündür. Pamukkale'de sıcaklıkları 35-100 C arasında değişen 17 sıcak su alanı mevcuttur.
Termal maden sularının varlığı ve yörenin olağanüstü görünümü antik çağ insanlarını da etkilemiştir. Dönemin zenginleri Roma'nın ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden gelip, yaşamlarının son dönemlerini Hierapolis kentinde geçirmişlerdir. Bu nedenle kentin Nekropolis'i (mezarlığı) son derece anıtsal ve değişik yörelere ait mezarlarla süslüdür.
Yapılan kazılarda bulunan tarihi eserler, Hierapolis Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. Buldan llçesi'ndeki Tripolis ve Honaz İlçesi'ndeki Colossea ise, bölgede bulunan diğer antik kentlerin en önemlileri olarak dikkat çekmektedir. Beyazlara bürünmüş bu kutsal kent, doğal bir terapi ile sularında şifa bulmak isteyenleri bekliyor.

Dünya Miras Listesine Alınma Tarihi: 9.12.1988
Liste Sıra No: 485


http://www.goturkey.com/dunya_mirasi_tr.php?content=denizli&lng=tr

idefix Satış Ortağı

Sanal Dünyada İyi ve Güzel bir Sayfa:Panoramio

 İnternet denince akla öncelikle  olumsuzlukları gelir. Ne kadar tehlikeli olduğu, boşa geçen zamana neden olduğu, sanal bir dünya yarattığı v.b. Konu çocuklar oldumu da bu yaklaşım beraberinde endişeleri ve doğal bir sonucu olan engellemeleri ve yasaklamaları doğurur.

Halbuki İnternet Sadece bu olumsuzluklardan ibaret değildir. İnternet aslında var olan gerçek dünyamızın sanal ortamda görebileceğimiz bir şekilde yansımasıdır. Dünyamızda olan iyi kötü ne varsa orada yansımaktadır. Onun için olumsuzluklardan beslenen endişelerimiz kısıtlayıcı ve yasaklayıcı yaklaşımları tercih etmemelidir. Nasıl ki gerçek dünya da bu şartlarda yaşıyoruz, sanal dünyada da aynı gerçeklerle başa çıkabilmeliyiz.

Burada İnternetin iyi taraflarından bir sayfayı önereceğiz sizlere. "Panoramio" isimli Fotağraf üzerine kurulu bir site. Sitede bizleri çok etkileyen ve burada sizlerle paylaşmamıza vesile olan bir kaç konuyu sıralamak istiyoruz:
  • Harika fotoğraflar var. Fotağraf ile uğraşanlar için muhteşem bir kaynak
  • Dünya haritasi üzerinde görmek istedğiniz hemen hemen her yer ve konuda resimler var. Bilgi ve Eğitim amaçlı kullanılabilir
  • Resimler o kadar çeşitlilikteki kişilerin ufkunu farklı noktalara taşıyacak etkinlikte
  • Dinlendirici ve terapi edici hisler uyandırıyor.
  • Çocuklar için Muhteşem bir sayfa. Onların Vakitlerini en güzel biçimde dolduracak ve hayal güçlerini geliştirebilecek materyallere sahip
  • Çok önemli bir bilgi kaynağı
  • Google hesabınızla ücretsiz üyelik ile girebiliniyor.
Bize göre önermemize neden olan bu gerekçeleri sıraladıktan sonra, bahsettiğimiz bu siteden aldığımız bir kaç resmi aşağıda sizlere sunar, Gerçek dünyada da sanal dünyada da iyi ve güzel şeylerin karşınıza çıkmasını dileriz.   http://www.panoramio.com/

iyiturks


TRT Okul Kanalı Yayına Başlıyor

TRT ve Anadolu Üniversitesi (AÜ) işbirliğiyle kurulan eğitim kanalı “TRT Okul”, 31 Ocak'ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katılması beklenen törenle yayın hayatına başlayacak.AÜ Rektörü Prof. Dr. Davut Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, TRT ile AÜ arasında başlatılan “TRT Okul” adlı işbirliği projesiyle 7'den 77'ye her yaş grubuna eğitim ve öğretim imkanı vermeyi hedeflediklerini söyledi.

Bu anlamıyla TRT Okul'un “yaşam boyu eğitim projesi” olduğunu ifade eden Prof. Dr. Aydın, şöyle konuştu:

“Türkiye'de ilk defa yaşam boyu eğitim yapacak, eğitim odaklı bir kanal açılmaktadır. Bu aslında dünyada bir ilktir. Dünyada ilk defa bir yüksek öğretim kurumu ile yine bir kamu yayıncılık kuruluşu bir araya gelerek kendi imkanlarını, kabiliyetlerini, yeteneklerini ve tecrübelerini eğitim ve öğretim yapmak için bir araya getirmiştir. İki kurum tek bir kurummuş gibi 'yaşam boyu eğitim” vizyonu içinde birleşerek çalışmaktadır. Bununla sadece Türkiye'de değil İngiltere'den Çin'e kadar geniş coğrafyada yaşayan 7'den 77'ye her yaş grubundaki insanımıza eğitim ve öğretim imkanı vermeyi hedefliyoruz. Eğitim ve öğretim programlarıyla insanlarımızı eğlenirken eğitmek istiyoruz. Bunu çok önemsiyoruz.”

Prof. Dr. Aydın, bu projeyle ilgili 1 yıldır çalışma yürüttüklerini ifade ederek, “Başlangıcında TRT Genel Müdürü ile vizyonlarımızı paylaştık” dedi.

Bilginin çok hızlı eskidiğini, kişilerin okullarından mezun oldukları gün bile o güne kadar olan bilgi birikimlerinin eskide kalabildiğini anlatan Prof. Dr. Aydın, şunları söyledi:

“Bilginin ekonomik ömrü 2.5 yıl. Hızla değişen dünya koşullarında ve rekabet ortamında insanlarımızın yaşamlarını idame ettirebilmeleri, meslek kazanabilmeleri, başarılı olabilmeleri için sürekli eğitim ihtiyacı var. İşte bu ihtiyacı karşılamak üzere yola çıktık. Topluma büyük katkı ve katma değer sağlayacağını düşünüyorum. Türkiye bölgede giderek yükselen bir yıldız konumundadır. Artık değişen dünya koşullarında örgün eğitim yeterli değil. Eğitim ve öğretim teknolojileri de değişiyor. Bunun yanında bilgisayar teknolojileri, sınav organizasyonları değişiyor. Mobil iletişim geliyor. Dünyanın hızlı değiştiği bir dönemde olmazsa olmaz konu insanımız ve insanın eğitimidir. Bu anlamda da gerçekten çok önemli bir proje.”

EĞİTİM VE ÖĞRETİMLE İLGİLİ HER KONU YAYIMLANACAK
AÜ, sadece açık öğretim fakültesi öğrencileri için değil, örgün eğitim alan öğrencilerin de yararlanabileceği ders programlarının çekimine ağırlık veriyor. İktisattan temel bilgi teknolojilerine kadar bütün üniversite ders programlarına destek sağlanması hedefleniyor. Ayrıca, üniversite tarafından öğrencilere rehberlik edecek farklı danışmanlık programları, eğitim-kültür programlarının çekimleri yapılıyor.
TRT tarafından da hayatta karşılaşılan her konuyla ilgili bilgi vermek amacıyla, “evdeki kullanılmayan malzemelerden dekoratif ev eşyası üretme, anne ve çocuk sağlığı, koruyucu sağlık, vatandaşların çeşitli kamu kurumlarındaki işleri, mahkemeye başvuru, vatandaşlık hakları, hasta hakları, emlak alımı, vergi dairesi ve sosyal güvenlik kurumuyla ilgili işler, tüketicilere yönelik bilgiler, spor eğitimi, yarışmalar, kültür-sanat programları” gibi farklı konularda programlar hazırlanıyor.

Bunun yanında kanalda, gençlerin ilgisini çekecek müzik ve eğlence programlarına da yer verilecek.
A.A

Edebiyatın başına gelen en iyi şey Nobel

Notos Öykü'nün bu sayısındaki ankete edebiyat dünyasından 181 yazar, eleştirmen ve akademisyen katıldı. En İyi 40 Şey'in ilk sırasında Orhan Pamuk'un Nobel Ödülü var. Ardından Nâzım Hikmet, İkinci Yeni, Sait Faik ve Oğuz Atay geliyor. İşte Notos'un değerlendirmeleriyle birlikte listenin ilk yirmi maddesi. Radikal Kitap'ın da dahil olduğu tam liste derginin yarın çıkacak yeni sayısında...
Nobel Ödülü
Orhan Pamuk’un 2006 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması, belki çevresinde birbiriyle çelişen bir dizi tartışmaya neden oldu ama öyle görülüyor ki, önemi büyüktü. Soruşturmamıza verilen yanıtlar arasında ilk sırayı alması, Nobel Edebiyat Ödülü’nün taşıdığı değerden çok, yol açtığı olumlu sürecin edebiyatımıza kazandırdıklarından olmalı. 2006’ya dek her kuşaktan usta yazarımıza Batı’da doğru dürüst ilgi gösterilmemesinin sıkıntısını yaşayan edebiyatımız, böylece kabuğunu kırıp açılmaya başladı.
İkinci Yeni
Yenilikleri çoğu kez sonradan anladığımız belli. İkinci Yeni bunun çarpıcı örneklerinden. İkinci Yeni, Garip’ten sonraki büyük yarılma, Cumhuriyet dönemindeki en kapsamlı şiir oluşumu. Toplumcu olmamakla suçlandı, ama 1960’lardan sonra görüldü ki, içindeki şairlerin büyük çoğunluğu toplumcuydu. Saçma şiir yazdıkları söylendi, ama geleneksel ve yazıldıkça kendini eskitmeye başlamış şiir anlayışının yerine yepyeni bir biçim ve dil getirdi. Çok sonraları da çağdaş Türk şiirinin ona çok şey borçlu olduğu keşfedilip hakkı teslim edildi.

Anatolian Mouflon : %85 Yerli Araba Seri Üretimde


Eskişehir'de kurulu Hisarlar AŞ TÜBİTAK'ın desteğiyle hazırlanan proje kapsamında yüzde 85 yerlilik oranıyla ürettiği “Turkar” adlı kamyonetin sipariş bazlı seri üretimine geçti.
İş ve tarım makineleriyle traktör kabini üretimi yapan Hisarlar AŞ, makine ekipmanı ve otomotiv sektöründeki deneyimini yerli ticari araç üretme konusunda uygulamaya geçirmek amacıyla 2005 yılında proje hazırladı.
Söz konusu projenin TÜBİTAK tarafından desteklenmesi üzerine Ar-Ge çalışmalarına başlayan Hisarlar AŞ, yaklaşık 4 yıl süren çalışma sonucu 10 prototip araç üretti.
Üç model olarak tasarlanan ve kamyonet büyüklüğünde olan araçların seri üretimi için pazar araştırmasını tamamlayan Hisarlar AŞ, motor ve şanzımanı dışında yüzde 85 yerlilik oranına sahip “” adlı aracın seri üretimine 2011'in ilk günlerinde başladı.
Bir aracı geçen yıl elektrik motorlu (hibrit) olarak piyasaya sunmak isteyen Almanya'daki bir firmaya ihraç eden Hisarlar AŞ, bu yıl da ABD'de faaliyet gösteren bir firmayla protokol imzaladı.
Şubat ayında sevkıyatı yapılması planlanan  zırhlı hale getirilecek ve üzerine bazı silahlar monte edilecek. bu haliyle aracın hizmet ve taktik amaçlı olarak ABD Silahlı Kuvvetlerinde kullanılması ön görülüyor. Bu donanım ABD'deki partner firma tarafından gerçekleştirilecek. Hazırlanacak model ürünün ABD'den onay alması durumunda üretim Eskişehir'deki tesislerde seri olarak yapılacak.
“2011 İTİBARİYLE SİPARİŞ BAZLI SERİ ÜRETİME GEÇTİK”
Hisarlar AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Fazlı Türker, AA muhabirine, otomotiv sektöründe uzun süredir faaliyet gösterdikleri için kurulu sistemleri olduğunu, sıfırdan böyle bir projeye başlamadıklarını söyledi.
Hisarlar'ın kurulu bir sistemi olduğunu, bu projeye başlarken mevcut kaynaklarını ve mühendislerinin deneyim ve birikimlerini kullandıklarını ifade eden Türker, şöyle konuştu:
“Sıfırdan böyle bir projeye başlamanın bedeli 25-30 milyon Avro'nun altında değildir. Ana firmamızın makine, bilgi ve tecrübelerinden faydalandık. Ar-Ge fazında 5 milyon Avro'luk bir harcama yaptık. TUBİTAK'ın onayı ve desteğiyle bu çalışmaları gerçekleştirdik. Çok fazla olmasa da devlet teşviki aldık. Mütevazi de olsa bu kadar yatırım içinde devletin bize destek vermesinden memnunuz. 15 kişilik bir Ar-Ge ekibi hala 'ın gelişimi için çalışıyor. Üniversitelerimizden de Ar-Ge konusunda destek aldık. Bu araçta ithal girdi yüzde 15. Yüzde 85 tamamen bizim makine parkında ve bünyemizde yapılıyor. 2011 itibariyle de sipariş bazlı seri üretime geçtik.”
“3 AYRI MODELİN ÜRETİMİNİ YAPIYORUZ”
Türker, bu yıl 60 adet sipariş aldıklarını, çalışmaların bu yönde yoğunlaştığını anlatarak, “Temel konsept olarak 3 ayrı model üretiyoruz. Bu araç 3 farklı özellikteki aracın birleşimi gibi. İstenildiği zaman traktör moduna geçen, yük taşımada kullanılabilen, 4x4 özelliği olan, otomobil kullanımı rahatlığında bir araç. Aracı, müşterinin kullanım amacı doğrultusunda o konsepte uygun hale getirebiliyoruz” dedi.
Almanya'ya geçen yıl gönderdikleri hibrit 'ın, yürür hale geldiğini ve bu ülkede düzenlenen uluslararası bir fuarda yakın zamanda tanıtıldığını anlatan Türker, “Servis konusunda da Türkiye'de alanında uzman bir firma ile görüşmelerimiz devam ediyor. 'ın ülke genelinde yaygın servis ağı da olacak” diye konuştu.
Türker, ABD'deki kontrat imzaladıkları firmaya bir  göndereceklerini, sevkıyatı şubat ayında yapmayı planladıklarına da değinerek, şunları söyledi:
“Bu araç ABD'ye gittiğinde zırhlanma ve silahlandırılma işlemine tabi tutulacak. Araç hizmet ve taktik aracı olarak ABD silahlı kuvvetlerinde kullanılacak. Bu proje çok önemli, bizi heyecanlandırıyor. Proje bazında bir araç gidiyor. ABD'deki partner firma söz konusu donanımı yapacak. Biz aracı en iyi şekilde yapmakla sorumluyuz. ABD ordusuyla yapılan mülakatlar sonucunda, onların onayıyla bu araç üretilecek. Projede tam olarak anlaşma sağlandığında önümüzdeki dönemlerde tüm üretimi biz Eskişehir'de yapacağız.”
“BAŞBAKAN ERDOĞAN DA BUNDAN ÇOK BÜYÜK HEYECAN DUYDU”
Türker, ülkelerin gelişmişliğinin ünlü markalarıyla özdeş hale geldiğini ifade ederek, şöyle devam etti:
“Ülkemizde bir otomobil markası yok. Biz yüzde 85'i yerli, her şeyiyle Türk mühendisi ve teknisyeniyle ortaya çıkartılan 'ı üretmenin gururunu yaşıyoruz. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bundan çok büyük heyecan duydu. Başbakan'ın yerli araba konusunda gösterdiği hassasiyete katılıyorum. Ancak, bugün için Türkiye'de çok çabuk refleks gösterecek  gibi ticari araçlar başarılı olacaktır. Söylenildiği gibi büyük yatırımlara gerek kalmadan bunu başarabiliriz.  bunun bir örneğini teşkil ediyor. Söylemden üretime geçildi. Araçlarımız, elektrikli oldu, Avrupa'da ve Asya'da birçok önemli pazarda kendini gösteriyor. Başbakan ile birlikte gittiğimiz Katar ziyaretinin ardından bir heyet önümüzdeki günlerde Eskişehir'e gelecek, bu bizim için memnuniyet verici.”
Hürriyet

Milli Kütüphane AB'ye girdi

Milli Kütüphane'nin dijital ortamındaki 27 bin 50 el yazması ve 10 bin civarı eski harfli dergi artık Avrupalı tarafından da görülebilecek. Henüz 2-3 yıllık bir çalışma olan Erupeana'da, Avrupa ülkelerinin tüm veri tabanlarının tıpkı AB gibi ortak bir havuzda toplanmasını amaçlıyor. Bu doğrultuda önce Avrupa ülkeleri kendi veri tabanlarını oluşturup, dijital kütüphanelerini hazırladı. Bu ülkeler daha sonra veri tabanlarını birleştirerek ortak hale getirdi. Böylelikle Avrupa ülkelerinin kültür kurumları, bilgi-belge merkezleri birleştirilmiş oldu.
Milli Kütüphane Genel Müdürü Tuncel Acar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Europeana yetkililerinin Hacettepe Üniversitesi ile temasa geçerek Türkiye'yi de aralarında görme isteklerini ifade ettiğini, Hacettepe Üniversitesinin de Milli Kütüphaneyle bu konuyla ilgili bir toplantı yaparak katılım çalışmalarına başlandığını söyledi.
Europeana'nın daha çok dijital ortama aktarılmış bulunan kütüphane, müze, Ar-Ge merkezlerindeki tarihi değere haiz eserlerle ilgilendiğini aktaran Acar, “Bizdeki 27 bin civarı yazma eser dijital ortamdaydı ama Europeana'nın sitesi içinde yoktuk biz. Bu bir eksiklikti. Birkaç gün önce Europeana ile bir protokol imzalayarak Milli Kütüphane eserlerini de sistemlerine dahil ettik” dedi.
Tarihi eserlerin satılamayan, bulunamayan ve tek nüsha objeler olduğunu, bu nedenle de araştırmacılar için çok önemli olduğunu vurgulayan Acar, şöyle devam etti:
“Bunların telif hakkı yoktur. Biz bunların hepsini dijital ortama sağladık ve şimdi bütün dünyayla birlikte neden bir Amerikalı ya da Avrupalı, Türkiye'deki çok değerli yazma eserleri dijital ortamda görmesin? Onun için Europeana'ya girdik. Europeana bizim için bir prestij. Türkiye için bir prestij ama oraya giren ilk kurum olduğumuz için bu bizim için daha büyük bir prestij. Bizden sonra da başka kurumlar girer mutlaka. Dijital ortama aktarılan eserlerin sadece yazma eser olması da gerekmiyor. Baskıdır ama çok değerlidir.
Mesela bizde bir eser var, Fatih Sultan Mehmed'in Vatikan'a yazdığı mektupların 1475 yılında basılmış kitabı. Bu kitap bir yazma eser kadar değerlidir çünkü 600 sene önce basılmış. Avrupa'daki bir araştırmacı Milli Kütüphane'nin “yazmaeserler.gov.tr” adresini bilemese de Europeana'nın sitesini bilir. Europeana'ya girdiğimiz zaman Milli Kütüphane yazmaları da orada görünecek. Bu bizim için büyük bir avantaj. Arayüz programı yapılarak Türkçe dil de eklenecek. Bu yüzden Europeana'yı önemsedik.”
TÜRKİYE'NİN TANITIMI İÇİN DE ÖNEMLİ
Tuncel Acar, Europeana'ya katılımın Türkiye'nin tanıtımı için de çok önemli olduğunun altını çizerek, “Şimdi Topkapı'daki eserlerin Europeana'ya girdiğini düşünün. Çok güzel birşey olur. Yani insanlar o eserlerin gerçek halini görmek için ülkemize gelecek. Çünkü bir obje ne kadar ihtişamlı olursa olsun, internette gördüğün küçük renkli bir resim nihayetinde. 3 boyutlu bile değil. Bir kamadır, giysidir, takıdır, elmastır... Mesela bir hanım onu gördüğü zaman Türkiye'ye gelmek isteyebilir. Ben öyle düşünüyorum. Tanıtım malzemesidir” diye konuştu.
Eserlerin dijital ortama aktarılması konusunda tek sorunun “telif hakları” olduğundan bahseden Acar, yayın kuruluşlarının ürünlerin dijital ortama aktarılmasına kazançlarına mani olunduğu gerekçesiyle karşı çıktıklarını dile getirdi.
Milli Kütüphane Genel Müdürü Acar, konuşmasına şöyle devam etti:
“Çok satan bir eseri dijital ortama koyduğunuz an bu eserin satışı bıçak gibi kesilir. Bu nedenle yayıncılar eserlerini dijital ortama aktarmak için telif istiyorlar ama bu sistem Türkiye'de oturmadı henüz. Finlandiya, İsveç, Norveç, Danimarka gibi ülkelerde ise şöyle bir sistem var. Kütüphaneye gelen araştırmacı bir kitabı veya dijital kopyasını okuduğu zaman telifini ödemek zorunda ancak orada telifi ödeyen araştırmacı değil devlet. Böylelikle yazarın hakkı devlet tarafından korunmuş oluyor.”
Acar, artık dünyada herhangi bir yayınevinin bir kitap yayımladıktan sonra e-kitap şirketleriyle anlaşma yaparak o kitabın dijital kopyasını sattığını ya da kiraladığını ancak bu tür e-kitap şirketlerinin Türkiye'de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığını anlattı.
“EUROPEANA” NEDİR?
“Europeana” Avrupa'nın müze, kütüphane, arşiv ve sesli-görsel koleksiyonlarını dijital ortamda keşfetmeye olanak sağlayan Avrupa Birliği'nin dijital kütüphanesi. Site 2 milyona yakın eser içeriğiyle kullanıcılara Avrupa'nın zengin kültürel ve bilimsel mirasından yararlanma olanağı sunuyor.
Sitede görsel imajlardan tablolara, haritalardan objelere, ses kayıtlarından gazetelere kadar birçok içerik var.
Milli Kütüphane, araştırmacılarına dijital ortamından faydalanması için bir şifre veriyor. Yapılan protokolle, bir araştırmacı Milli Kütüphane'nin sistemine “Europeana” üzerinden bağlansa bile şifre almak zorunda olacak ve bir çıktı almak istediği zaman Milli Kütüphane'nin döner sermayesine de sayfa olarak parasını ödeyecek.
“www.europeana.eu” com adresinden ulaşılabilir.
A.A

!f 10 yıldır mahallede...Festival Filimleri Ankara'da

!f İstanbul, 17-27 Şubat tarihlerinde İstanbul, 2-6 Mart arası Ankara'da. Başka yerde seyretme imkanı olmayan pek çok bağımsız filmin yanı sıra 'Black Swan', True Grit', 'İki Kadın Bir Erkek' gibi Oscar adayları da Türkiye'de ilk kez seyirciyle buluşacak
Tipik bir Türkiye mahallesi. Yol kenarında dizilmiş sıra sıra apartmanlara, çorak sokaklara artık iyice kanıksanmış kasvetli bir hava hakim. Apartmanların arasında beliren dev bir salyangoz, görmeyi en son umacağınız şey. Ancak ‘!f 10 Yıldır Mahallede’ olduğu için İstanbul’un gündelik yaşamından bildik manzaralara böylesi beklenmedik çıkartmaların yapıldığı reklamlara alışkınız. Sonunda kendini bir kellecide bulan koyun gözü, İstanbul sokaklarında önüne geleni tokatlayan, sahibi belirsiz el, !f kampanyalarının akılda kalan temalarından bazıları... AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali (daha bildik ismiyle !f İstanbul), dönemeç sayılabilecek 10’uncu yılını ise dev bir salyangozla karşılıyor. Belki Müslüman mahallesinde salyangoz sattılarından...
Festival bu sene 17 - 27 Şubat arasında İstanbul, 2-6 Mart arasında ise Ankara’da izleyicisini geniş bir bağımsız yelpazesinden doyurucu bir seçkiyle karşılamanın hazırlığı içinde.
Malum, ‘bağımsız’ kapsamlı bir kavram. Sinema yapımını daha ulaşılır kılan teknolojik ‘açılım’ sağolsun, bağımsız sinema denince Miramax filmlerinin akla geldiği 1990’ları ise çoktan geride bıraktık. 25 Ocak gecesi Babylon Nublu’da festivalin 10. basın toplantısını gerçekleştiren Serra Ciliv ve Pelin Turgut da bunun farkında oldukları için 10 sene boyunca bağımsız addedilen filmlerle yetinmediklerini, sinemanın farklı mecralarla kaynaştığı örneklere gösterdikleri önemi de vurguladılar.
Ancak gelenek yine de baskın. !f, !f2 gibi yeni deneyimlere verdiği yer kadar 10 senedir izleyicisini mahrum bırakmadığı ‘Gökkuşağı Filmler’i, ‘Nöbetçi Sinema’ kuşağı, ‘Hit Filmler’iyle izleyicisini yine buluşturuyor. Daha önce yine !f vesilesiyle İstanbul’da ağırladığımız Bruce LaBruce’un ‘Otto’dan sonraki gay zombie filmi ‘L.A. Zombie’ Gökkuşağı Filmler’inde, Belçikalı yönetmenler Helene Cattet ve Bruno Forzani’nin Dario Argento mirasına sahip çıktıkları ‘Amner’ ise Nöbetçi Sinema kuşağında.
10. yıla özel retrospektif bölümünde ‘Donnie Darko’ ve ‘24 Saat Parti İnsanları’ gibi !f klasiklerini bir kez daha beyazperdede göreceğiz. Festivalin her sene getirmeyi âdet edindiği kült isimlerin bu seneki temsilcisi ise gerçeküstü başyapıt ‘El Topo’nun yaratıcısı Alejandro Jodorowsky. Şilili yönetmen ‘!f Kült’ bölümünde gösterilecek ‘Santa Sagre’si eşliğinde İstanbul’da ağırlanacak, hayranları tarafından dünya gözüyle görülecek.
Keş!f
!f İstanbul’un dört senelik yarışma bölümü ‘Keş!f’in keşfimize sunduğu filmler iştah kabartıcı. En azından önceki festivallerde aldığı yorumlar hesaba katılırsa. Yönetmen İlksen Başarır’ın senaryo ortağı ve daimi oyuncusu Mert Fırat’la ‘Başka Dilde Aşk’tan sonra çektiği ikinci filmi ‘Atlıkarınca’ daha çekim aşamasından itibaren merak uyandırıcı bir filmdi örneğin. Hem ilk film ‘Başka Dilde Aşk’ın hafızalarımızdaki yeri hem de çarpıcı teması (ensest), ‘Atlıkarınca’yı !f yarışmasının en dikkat çekici filmlerinden biri yapıyor.
Tamamıyla Grönland’da çekilen ilk uzun metrajlı film ‘Nuummioq’, Cannes ve Sundance’ten olumlu referanslarla !f izleyicisinin karşısında. Yine Cannes’dan referans sahibi Michelangelo Frammartino filmi ‘Dört Defa’, bir keçi çobanının dingin rutinini gerçeküstü bir doğal döngü hikayesine çıkış noktası yapıyor. Costa Gavras’ın oğlu Romain Gavras, ilk uzun metrajlı filmi ‘Bizim de Günümüz Gelecek’te, sıradışı kahramanını, manipülatif psikiyatrist karakterini Vincent Cassel gibi bir yeteneğe emanet ederek inandırıcılığı sağlıyor.
Tabii Vincent Cassell’in sivri karakterleri oynamadaki becerisine daha da vâkıf olmak için ‘Siyah Kuğu’ya, dolayısıyla !f’in en popüler bölümlerinden ‘Hit Filmler’e bakmak lazım.
Hit Filmler
Fazla söze gerek yok. !f’in ‘Hit Filmler’i bildiğiniz gibi. ‘Siyah Kuğu’, ‘İz Peşinde’ ve ‘İki Kadın Bir Erkek’ gibi Oscar adayları, ‘Gerçeğin Parçaları’dır, ‘Hayali Aşıklar’dır, şöhreti kendisinden önce buralara ulaşan filmlerin varlığı, ‘Hit Filmler’i !f’in bileti en çabuk tükenecek bölümlerinden biri yapacak muhtemelen. 25 Şubat’ta gösterime girecek olsa da, Darren Aronofsky’nin gayet ‘camp’ ve eğlenceli bale / korku karışımı olay filmi ‘Siyah Kuğu’sunu bir an önce, yerinde, büyük perdede seyretmek isteyenlere duyurulur. Coen Biraderlerin John Wayne’li, 1969 yapımı ‘İz Peşinde’yi Jeff Bridges’la güncelledikleri western ‘İz Peşinde’ 10 Şubat’ta Berlin Film Festivali’ni açacak, ertesi haftaysa İstanbullu !f’çilerin karşısına çıkacak. Lisa Cholodenko’nun Sundance’den önce en iyi film ve kadın oyuncu (Annette Bening) kategorilerinde Altın Küre’ye sonra da dört dalda Oscar adaylığına uzanan filmi ‘İki Kadın Bir Erkek’, eleştirilere bakılırsa, sinemada yapılması en zor şeylerden birini, aile bağlarını layığıyla mercek altına almayı başaran filmlerden. Julianne Moore’la Annette Bening’in canlandırdığı lezbiyen çiftin çocuklarının, sperm donörü biyolojik babalarını bulmalarıyla gelişen olaylar, aile temalı filmler külliyatına şimdiden esaslı bir katkı sayılıyor. ‘Sinemanın yaramaz çocuğu’ tabirini uzun zamandır hapsolduğu klişe sınırlarından kurtaran, 21 yaşındaki yetenek Xavier Dolan’ın ‘Annemi Öldürdüm’den sonraki ikinci filmi ‘Hayali Aşıklar’ da yönetmenin hatrına ilgi gösterilmesi elzem hit filmlerden.
Açılmaya devam!
Daha önce yine !f vesilesiyle İstanbul’da ağırladığımız Bruce LaBruce’un ‘Otto’dan sonraki gay zombie filmi ‘L.A. Zombie’ ‘Gökkuşağı Filmler’inde, Belçikalı yönetmenler Helene Cattet ve Bruno Forzani’nin Dario Argento mirasına sahip çıktıkları ‘Amner’ ise ‘Nöbetçi Sinema’ kuşağında gösteriliyor. Geçen sene başlanan ve Kürt sinemasının son örneklerinden bir seçki sunmayı hedefleyen ‘Açılım’ bölümü, 10. !f’te de ‘Açılıma Devam’ başlıklı gösterimle takip ediliyor. Festivalin bu seneki açılım filmleri ‘Kandil Dağları’, ‘Ağrı Dağı’nın Kadınları’, ‘Sözdar, Sözünü Yaşayan Kadın’ ve ‘Zare’. Tematik yakınlık uğruna ‘Açılıma Devam’ bölümüyle beraber anılması gereken bir diğer !f etkinliği ise Sundance destekli ‘Film Forward:
Sundance Film Festivali ile ortak çalışma !f İstanbul, üç yıl süren görüşmeler sonucu dünyada 12 şehirde yürütülen ‘Film Forward: Kültürel Diyaloğu Geliştirmek’ projesinin ortaklarından biri oldu. Festival, proje kapsamında !f izleyicilerini Sundance Lab ile tanıştırıyor. ıstanbul’a gelecek olan Sundance ekibi ve Hollywood senaristleri kendini geliştirmek isteyen senaryo yazarları ve bir senaryonun film haline getirilmesi konusundaki mutfak bilgilerini geliştirmek isteyen meraklılar için panel, sunum ve atölyeler gerçekleştirecek. Proje kapsamında 12 şehirde aynı anda gösterilecek bir film seçkisi de var. Bu önemli seçkide yer alan filmlerden birisi olan ‘Amreeka/Amrika’nın yönetmeni Cherien Dabis ve ‘Afghan Star/ Afgan Star’ filminin yönetmeni Havana Marking ıstanbul ve Ankara’da film gösterimlerine katılacak.
Radikal ERMAN ATA UNCU

Dünya Mirası Türkiye:7 Xanthos Letoon

Masallar Diyarı
MÖ 700-300 arasında yaşadıkları bilinen Llkyalıların başkenti olan Xanthos, antik çağda Likya'nın en büyük İdari merkezi olarak bilinmektedir. Xanthos İle birlikte 1988 yılında UNESCO Dünya Kültür Miras listesine dahil olan Letoon İse Antik dönemin en önemli dini merkezlerinden biridir.
Troya savaşlarında Prens Hektor'a yazdığı şiir ile cesaret veren Sarpedo'nun yaşadığı Xanthos, Fethiye-Kaş yolu üzerinde, Fethiye'ye 46 km. uzaklıkta, Kınık köyünün yakınındaki Eşen çayının ayırdığı Muğla-Antalya il sınırında bulunmaktadır.
Xanthos ve Letoon İçerdikleri arkeolojik değerler açısından dünya mirasının önemli parçaları arasında görülmektedir. Aralarında yaklaşık 4 kilometrelik bir mesafe bulunmaktadır.
Amfi tiyatronun hemen tepesinde yer alan Likya mezarları ve Harpi Anıtının asılları bugün BritanyaMüzesinde sergilenmektedir.
1840 yılında keşfedilen Letoon kutsal alanında 36 oturma sıralı tiyatro, bazilika, yazıtlar, üç tapınak, İmparatorluk kült binasına bağlı yuvarlak bir portlko ve L biçiminde bir stoa bulunmaktadır. Letoon'un tanrısal ikiz çocukları Apollon ve Artemis anneleriyle birlikte birer tapınak ile onurlandırılmıştır.
Artemis ve Apollo'nun annesi Leto'ya adanmış olan en büyük tapınak, batıda bulunan ve perlpteros tarzında yapılmış Leto Tapınağıdır ve 30.25 m'ye 15.75 m. büyüklüğündedlr. Doğuda yer alan Dor tarzında yapılmış olan Apollo tapınağı 27.90 m.'ye 15.07 m. boyutlarındadır. Likya mezarlarından tasvir edilen evlere benzeyen Apollo tapınağının İçinde kalmış olan temeller İse ahşap yapıda olmaları İle dikkat çekmektedir.
Her iki tapınağın ortasında yer alan ve en küçük tapınak olan Artemis tapınağı 18.20 m.'ye 8.70 m.'ye boyutlarındadır.
Su seviyesinin antik dönemden beri yükselmesi nedeni ile yapıların alt kısımları bugün sular altındadır.
Xanthos; görkemli tiyatrosu, yapı kalıntıları, mozaikleri, gün ışığına kavuşmayı bekleyen yeraltı kalıntıları ile ve Letoon; Leto, Apollon ve Artemis tapınakları, manastırı, çeşmesi ve Roma Tiyatro kalıntıları İle masallarını anlatmak için ziyaretçilerini bekliyor.
Dünya Miras Listesine Alınma Tarihi: 9.12.1988
Liste Sıra No: 484


http://www.goturkey.com/dunya_mirasi_tr.php?content=antalya&lng=tr

2011 Üniversite Kış Oyunları bugün başlıyor


2011 Üniversite Kış Oyunları bugün başlıyor. Erzurum’da 6 Şubat’a kadar sürecek spor festivalinde 56 ülkeden 1875 üniversiteli sporcu madalya için mücadele verecek.

Türkiye’nin 2007’den bu yana hazırlandığı 25. Dünya Üniversiteler Kış Oyunları’nda geri sayım artık sona erdi. Oyunların açılışı bu gece 19.30’da Cemal Gürsel Stadı’nda gerçekleştirilecek.Ve Türkiye’nin kalbi bugünden itibaren Erzurum’da atacak. 2007’den yılından bu yana hazırlığı yapılan 25. Dünya Üniversiteler Kış Oyunları bugün başlayacak. “Anadolu’nun zirvesinde buluşalım” sloganıyla düzenlenen Universiade 2011, 6 Şubat Pazar günü sona erecek. 58 ülkeden 2 bine yakın sporcu madalya mücadelesi verecek. Toplam 278 milyon Euro’luk yatırımla düzenlenen oyunların açılış töreni 19.30’da başlayacak. Cemal Gürsel Stadı’ndaki tören devletin zirvesini de Anadolu’nun zirvesi Erzurum’a toplayacak.

Hava durumu için Beyazıt Kulesi'ne bağlanıyoruz!


İstanbul'un onlarca simgesi arasında ayrı bir yeri olan Beyazıt Yangın Kulesi, eski günlerine geri dönüyor. Bundan 15 yıl öncesine kadar meteorolojik tahminlerin renkli fenerler yardımıyla ilan edildiği kule, yine hava durumunu bildirecek.

İstanbullular, kulenin kırmızı, mavi, sarı veya yeşil renkteki ışığına göre yanına şemsiye alıp almayacağına, kalın ya da ince giyineceğine karar verecek.
 
Tarihi 1749 yılına kadar uzanan Beyazıt Kulesi, yıllarca tulumbacılar ve itfaiyeciler tarafından gözlem yeri olarak kullanıldı. Kentin büyümesi ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte itfaiyeciler kulede bir süre daha görev yaparken kuleye renkli lambalar takılarak hava durumu hakkında bilgi verildi. Kulenin ışıklarından mavinin havanın ertesi gün açık, yeşilin yağmurlu, sarının sisli, kırmızının ise havanın ertesi gün karlı olacağına işaret ettiği belirtildi. Bu uygulama 1995 yılında tamamen sona erdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Aydınlatma ve Enerji Müdürlüğü, Siemens AŞ ve Osram AŞ tarafından aydınlatılan Beyazıt Kulesi, İstanbullulara yıllar sonra bir nostaljiyi yaşatacak.
 
Önceki akşam başlayan uygulama ile İstanbullular hava durumunu yine Beyazıt Kulesi'nden öğrenecek. Kule mavi yandığında, havanın ertesi gün açık olacağını, yeşil yandığı zaman yağmurlu olacağını, sarı yandığında sisli olacağını, kırmızı yandığında ise ertesi gün karlı olacağını bildirecek.

Zaman

Rizeli Fahri Amerika Milli Takımı'nın başında


2011 Dünya Üniversiteler Kış Oyunları için Amerika'nın Buz Hokeyi Milli Takımı'nın başında Erzurum'a gelen Türk antrenör Fahri Paslı, "Tesisleri görünce ülkemle gurur duydum" dedi.
Boynundan çıkarmadığı ay-yıldızlı kolye ile ABD'li sporcuları oyunlara hazırlayan Rizeli Fahri Paslı, yıllar sonra Türkiye'ye dönebileceğini söyledi.

TESİSLER ETKİLEDİ

27 Şubat- 6 Ocak tarihleri arasında Erzurum'da düzenlenecek olan 25'inci 2011 Dünya Üniversiteler Kış Oyunları'na 58 ülkeden 3 bine yakın sporcu katılacak. Her gün yaklaşık 13 uçakla Erzurum Hava Limanı'na gelen sporcular, otobüslerle Atatürk Üniversitesi Kampusu içindeki Oyunlar Köyü'ne götürülüyor. Sporcular, sıkı güvenlik önemeli altında oyunlar köyünden alınarak antrenman yapacakları kayakla atlama kuleleri, buz hokeyi ve curling salonlarına götürülüyor. Dün (25 Ocak) gece Erzurum'a gelen ABD'nin Buz Hokeyi Bayan ve Erkek Milli Takımı bugün 500 kişilik buz hokeyi pistine çıkarak antrenman yaptılar. Boynunda ay-yıldızlı kolyesi ile sporculara yönlendiren antrenörün bir Türk olması salondaki herkesi şaşırttı. Buz hokeyinde şampiyonun en büyük adayı olduklarını söyleyen 42 yaşındaki ve bekar olan Fahri Paslı, "10 yıl önce ABD'ye buz hokeyi antrenörü olarak gitim. Orada gençleri çalıştırıyordum. Son olarak milli takıma yönetici ve antrenör oldum. Benim için mükemmel bir gün. Türkiye'de buz hokeyinin ilk sporcularından biriyim, antrenörlük yaptım. Şimdi kendi ülkeme ABD'nin başında gelmek benim için gurur verici" dedi.

BUZ HOKEYİNİN KİTABINI YAZDI

30 yılını verdiği bu sporda 'buz hokeyinin temel prensibi' adlı 33 sayfalık ilk kitabını kendisinin yazdığını söyleyen Fahri Paslı, 2011 için geldiği Erzurum'da gördüğü tesisler karşısında gururlandığını belirtti. Tesisleri kendisi ile birlikte ABD'den gelen heyetinde çok beğendiğini sözlerine ekleyen Paslı, "Tesisler inanılmaz güzel. Çok büyük işler yapılmış. Kaldığımız yer ve yemekler bir harika. Ay-yıldızlı kolyemi boynumdan hiç çıkarmadan burada da gururla taşıyacağım. Ama buz hokeyinde ABD ile Türkiye arasında büyük bir fark var. Umuyorum ki Türk sporcular bu salonlarda en iyi şekilde yetişir ve 10 sene sonra iyi yerlere gelir. Belki de ben gelip kendi ülkemde hizmet vereceğim. İnşallah Türk takımları kış oyunlarında başarılı olur" diye konuştu.

Hürriyet

Dünyanın en dikkat çekici bağımsız film festivali Sundance


Dünyanın en dikkat çekici bağımsız film festivali Sundance'te 3 bin 182 film gösteriliyor. Sinema sektörünü hareketlendiren yapımların yanı sıra oyuncular da büyük ilgi topluyor. İşte bu yılki festivalin öne çıkanları...
Yıldız oyuncu Robert Redford’un 1981 yılında başlattığı, Amerika’da çekilen bağımsız filmleri izleyiciyle buluşturan Sundance Film Festivali tüm hızıyla devam ediyor. 20 Ocak’ta başlayan ve 30 Ocak’taki ödül töreniyle sona erecek olan dünyanın en dikkat çekici ‘bağımsız’ film festivali bu yıl da birbirinden ilginç anlara sahne oluyor.
Bu hareketli 10 gün boyunca Hollywood’un büyük yıldızlarının yanında, bağımsız sinemanın umut vaat eden oyuncuları da dikkat çekiyor. Utah’da düzenlenen etkinlikte bu yıl 92 film dünya prömiyerini yapıyor.
28 ülkeden toplam 3 bin 812 film arasındaki 115 uzun metrajlı film dört kategoride yarışıyor. Bu yılın dikkat çeken yapımlarından biri, 1987-91 yıllarında dünyaya Saddam Hüseyin’in ikizi kadar benzediği oğlu Uday olarak tanıtılan Latif Yahya’nın hikayesinin anlatıldığı ‘The Devil’s Double’. Festivalde film gösterimleri dışında oyunculara da yoğun ilgi var.
Radikal

Dünya Mirası Türkiye:6 Nemrut Dağı

Kommagene kralı Antiokus'un mezarının da İçinde bulunduğu Nemrut Dağı,1987 yılında UNESCO Dünya Miras listesinde yerini almıştır.
Dünyanın en yüksek Açıkhava müzesi olarak da adlandırılan Nemrut Dağı, yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici heykelleriyle, metrelerce uzunluktaki kitabeleriyle, Adıyaman ili Kahta ilçesi sınırları içerisinde bulunan Kommagene krallığından kalma bir antik kenttir.
Nemrut Dağı, Anadolu'da antik döneme ait en görkemli ibadet yeridir. Yazıtlara göre Antiokos kendisi İçin görkemli bir anıt mezar, mezar odasının üzerine kırma taşlardan oluşan bir tümülüs ve tümülüsün üç tarafını çevreleyen kutsal alanlar inşa ettirmiştir.
Doğu, batı ve kuzey terasları olarak adlandırılan bu alanlardan Doğu ve Batı teraslarında büyük boylu heykeller, kabartmalar ve yazıtlar bulunmaktadır. Tanrıların tasvir edildiği beş heykelin arasında Antiokos'un figürü de yer almaktadır.
Heykellerin bulunduğu Doğu ve Batı teraslarının her ikisinde de aynı sıra Ne yerleştirilmiş beşer adet tanrı heykeli bulunmaktadır. Teras zemininden 7 m. yükseklikte ve tahtlarının üzerinde oturmuş olan heykellerin her biri, 7-8 ton ağırlığında taş bloklardan yapılmıştır.
Heykel sırası bir aslan ve kartal heykeli ile başlar. Hayvanların kralı olan aslan yeryüzündeki gücü, tanrıların habercisi olan kartal ise göksel gücü temsil etmektedir.
Doğu terası; Tannlar Galerisi, Atalar Galerisi ve Sunak'dan oluşmaktadır. Batı terası doğu terasına benzer bir şekilde yapılmış ama diğerlerine göre daha az tahrip olmuştur. Kuzey terası doğu terasından batı terasına geçmek için kullanılmıştır ve kum taşından kullanışmış bir duvarla çevrilmiştir. Doğu ve batı terasında heykellerin tahtlarını oluşturan taş blokların arkasında Yunan harfleri ile yazılmış 237 satırlık uzun bir kült yazıtı bulunmaktadır. Antiokus'un vasiyetnamesi niteliğindeki bu yazıtta bu kutsal alan hakkında bilgiler ve kültün uygulanması Ne İlgili hükümler yer almaktadır.
Nemrut Dağı, üzerinde barındırdığı dev heykellerin ve anıt mezarın yanı sıra, dünyanın en muhteşem gündoğumu ve gün batımının görülebildiği yer olarak ziyaretçilerini bekliyor.
Dünya Miras Listesine Alınma Tarihi: 6.12.1987
Liste Sıra No: 448


http://www.goturkey.com/dunya_mirasi_tr.php?content=adiyaman&lng=tr

idefix Satış Ortağı

Oscar Heyecanı Başladı...

Oscar adaylıklarında başrolünde Colin Firth'in oynadığı "King's Speech" 12 dalda aday olarak başı çekiyor.  Babasının katilin peşine düşen, genç bir kızın hikayesini anlatan Western yeniden yapımı olan Cohen Kardeşler'in filmi "True Grit", 10 adaylıkla King's Speech'i takip etti.
Bilimkurgu-gerilim filmi Inception (Başlangıç) ve Facebook'un kuruluş hikayesini anlatan David Fincher filmi The Social Network (Sosyal Ağ), ise sekiz kategoride aday gösterildi.

En İyi Erkek ve En İyi Yardımcı Erkek oyuncu adayları arasında Oscar heykelciğine en yakın isimler sırasıyla, bu yıl Altın Küre alan İngiliz aktör Colin Firth ve ABD'li aktör Christian Bale olarak gösteriliyor.

Kadın adaylardaysa En İyi Kadın ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisindeyse, her ikisi de Altın Küre alan oyuncular The Kids Are All Right'tan Annette Bening ve Black Swan'dan (Siyah Kuğu)Natalie Portman en güçlü isimler olarak gösteriliyor.

Bu yılki Altın Küre ödüllerinde En İyi Yönetmen ödülünü alan usta yönetmen David Fincher'ın Akademi'den de zaferle ayrılacağı konuşuluyor. Sinema dünyasının en prestijli ödülleri Oscar'ın adayları açıklandı. Oscar töreni 27 Şubat'ta sahiplerini bulacak.

Başlıca kategorilerdeki Oscar adayları şöyle:



En İyi Film:

The Social Network
Black Swan
King Speech
The Fighter
Inception
The Kids are All Right
127 Hours
Toy Story 3
True Grit
Winter's Bone


En İyi Yönetmen:

Darren Aronofsky
David O. Russell
Tom Hooper
David Fincher
Coen kardeşler




En İyi Kadın Oyuncu adayları:


Dünya Mirası Türkiye:5 Divriği Ulucamii ve Şifahanesi



Taşın Aşk İle İşlendiği Cami*
UNESCO'nun Türkiye'de Dünya Mirası olarak kabul ettiği İlk mimari yapı olan Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi, 13. yy.da Mengüçlü Beyliğinden Ahmet Şah ve karısı Melike Turan tarafından yaptırılmıştır. Cami, şifahane ve türbeden oluşan bu başyapıt 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesine alınmıştır.
Mimarı Ahlatlı Hürrem Şah'ın elinde 1288'de şekil alan Divriği Ulu Cami, anıtsal karakterinin yanı sıra altıgen kubbesi ve benzersiz taş İşlemeleri Ne öne çıkmaktadır. Ulucami ve Şifahanesi, dıştan yalın bir mimari görünüme sahiptir. Ancak Şifahane Taç Kapısı, Cami Kuzey Taç Kapısı, Cami Batı Taç Kapısı ve Şah Mahfili Taç Kapılarının her biri birbirinden farklı eşsiz bezemeleri ile göz kamaştıran bir mimarlık ve mühendislik harikası niteliğindedir.
Yapının üç boyutlu detaylı geometrik sitilleri ve bezemelerinin başka hiç bir yerde olmadığı sanat tarihçileri ve mimarlar tarafından dile getirilmektedir.
Kapılarda kullanılan Barok, Selçuklu üçgenleri ve Gotik olmak üzere farklı üslup ve bezemelerin en önemli özelliği her birinin birbirinden farklı olmasıdır. İşlenmiş olan tüm motifler asimetriktir ve her karede binlerce motif bulunmaktadır. Örneğin, Kuzey Haç Kapısında kullanılan hayat çelenginin en heyecan verici öğesi, büyük, üç boyutlu sadece sanatçının hayalinde var olan bir bitki dünyasını yansıtmasıdır.
Kapılarda olduğu gibi cami içindeki her sütun, sütun kaidesi ve sütun başlığı ve kubbe İçi tavan süslemeleri ayrı üslup ve bezeme örneklerini sergilemektedir.
Ulucaminin yanı başında bulunan Darüşşifa taş işlemeciliği ve bezeme üslupları İle bir başka başyapıttır ve Ulucami İle görkemli bir bütünlüğü paylaşır. İki katlı, avlulu, eyvanlı bir yapı olan Darüşşifa, hastaların su sesi Ne sağlıklarına kavuştuğu bir hastane olarak benzersiz özelliklere sahiptir.
Divriği Mucizesi CENNET KAPISI **

Dünya Mirası Türkiye:4 Kapadokya Göreme Milli Parkı


Doğanın Tasarımı: Kapadokya
1985'de UNESCO Dünya Miras Listesine, doğal ve kültürel varlık olarak dahil olan Kapadokya Nevşehir II merkezine 14 km uzaklıkta bulunan Avanos ve Ürgüp İlçeleri arasındaki 40 kilometrekarelik bir alanı kaplamaktadır.
Göreme vadisi yamaçlarında yer alan çok sayıda peri bacası, vadi tabanındaki zengin su kaynakları, bitki örtüsü, kayalara oyulmuş çok sayıda kilisesi ve duvar resimleri ile Göreme Milli Parkı ve Kapadokya doğanın eşsiz bir tasarımıdır.
Erciyes ve Hasan Dağı tüflerini, rüzgâr ve suyun aşındırması sonucu milyonlarca yılda oluşmuş olan Kapadokya, benzersiz jeolojik yapısı ile birçok uygarlığa yerleşim yeri olmuş ve Anadolu kültür tarihine tanıklık etmiştir. Kapadokya, günümüzde ancak bazı katları keşfedilebilmiş olan ve başka katları da olduğu tahmin edilen yeraltı kentlerini barındırmaktadır. Bu yeraltı kentlerinin en sıra dışı olanları Kaymaklı, Derinkuyu, Mazı, Özkonak ve Tatlarin bölgelerindedir. Çok uzun dönemler boyunca bu yeraltı şehirleri sığınma yerleri olarak kullanılmış ve yenileme çalışmalarından sonra ziyarete açılmışlardır.
Osmanlı ve Selçuklu sanatı ve mimarisinin en seçkin örneklerini sunan Kapadokya'da Eğri Minare, Alayhan ve Sultanhanı Kervansarayları, Sarıhan Kervansarayı, Ürgüp Taşkınpaşa Camisi, Sungur Bey ve Alaaddin Camileri görülmesi gereken mimari eserler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Aynı zamanda Ürgüp, Uçhisar, Avanos, Göreme, Çavuşin, Ortahisar, Ihlara Vadisi, Sinnassos (Mustafapaşa), Soğanlı Vadisi, Zelve Vadisi, Güvercinlik Vadisi görülmesi gereken yerler arasında bulunmaktadır. Doğa ve insanın uyumunu yansıtan kimliği ile Kapadokya, bu gizemli toprakları keşfetmek ve doğanın eşsiz tasarımına tanıklık etmek isteyenleri bekliyor.

Dünya Miras Listesine Alınma Tarihi: 6.12.1985
Liste Sıra No: 357


http://www.goturkey.com/dunya_mirasi_tr.php?content=nevsehir&lng=tr

CERN'deki Dev deneyin Türkleri...

İsviçre'de, evrenin sırlarını aydınlatmaya çalışan yaklaşık 2 bin bilimcinin ikinci evi haline gelen CERN laboratuarında, Türkiye'den de yaklaşık 100 araştırmacı görev yapıyor. Onlardan beşi fizikle iç içe geçen yaşamlarını anlattı.
Evrenin en küçük yapıtaşının peşindeler. İçerdiği karanlık maddeyi, nasıl süreçlerden geçtiğini anlamaya çalışıyorlar. Merkezi İsviçre’de bulunan Avrupa Nükleer Araştırma Örgütü’nün (CERN) yürüttüğü CMS deneyi için 36 ülkeden gelen 2 binden fazla bilimciyle birlikte, çoğumuza anlaşılmaz gelen fiziksel gerçekleri anlamak için ince hesaplar, ölçümler, büyük deneyler yapıyorlar. Türkiyeli fizikçiler CMS, ATLAS ve CAST deneylerinde aktif durumda, OPERA ve ISOLDE deneylerinde de görev alıyorlar. 1954 yılında 12 Avrupa ülkesi tarafından kurulan CERN, 1990’lı yıllara gelindiğinde 20 üye sayısına ulaştı. 1961 yılında gözlemci üye olan Türkiye’nin tam üyelik başvurusu geçtiğimiz aralık ayında kabul edilmişti. Ancak tam üyeliğin başlaması için üç yıllık bir sürenin geçmesi gerekiyor.
CERN laboratuarında Türkiye’den yaklaşık 100 bilim insanı araştırmalarını sürdürüyor. Merkezde farklı alanlarda çalışan beşine CERN’i, fiziğin kendi hayatlarındaki yerini ve dev deneyi sorduk.
DR. EFE YAZGAN Görecelilik teorisiyle altı yaşında tanışmış
Eğitimi: Lisans ve yüksek lisansını ODTÜ’de Fizik bölümünde tamamladı. Doktorasını ODTÜ Fizik ve ABD Fermilab’da (Fermi National Accelerator Laboratory) yaptı. 2007 yazından beri CERN’deki Texas Tech Üniversitesi’nde post-doktora araştırmalarını yürütüyor.
Fizik hayatına nasıl girdi: Ağabeyim görecelilik teorisini anlatırdı, ben daha 5, 6 yaşlarındayken (Bana merak mikrobunu bulaştırıp, kendisi mimar oldu). Bozuk radyoları iyice bozarak içindekileri anlamaya çalışırdım. Anaokulunda oyuncakları kırıp, birleştirip saatler falan yaptığım için bana ‘profesör’ derlerdi. İlkokuldan lise sona kadar çoğu öğrenci gibi fizikten nefret ettim. Üniversite sınavına doğru bir gün bir anda çocukluğumu hatırladım ve ODTÜ Fizik’e girdim.
Görevi: CMS deneyinde fizik departmanında Texas Tech Üniversitesi adına çalışıyorum. CMS deneyiyle toplanan verileri analiz etmek ve uzun vadede temel parçacıkların nasıl kütle kazandığını anlamakla görevliyim. Tahmin edemeyeceğiniz her ayrıntı için aylarca uğraşıyoruz.
CERN’deki en heyecanlı günü: Daha LHC proton çarpıştırmaya başlamadan önce CMS deneyiyle ilk kozmik muon sinyalini datadan çıkarabildiğimiz zamandı. “Bu çalışıyorsa çok büyük bir terslik olmazsa gerisi kolay” diye düşünmüştüm. Tabii yanılmışım, LHC’nin mıknatıslarındaki sorun yüzünden deneyleri kısa bir süre ertelemek zorunda kaldık. Ama LHC protonları çarpıştırmaya başlayıp deneylerimize veri vermeye başladığında ilk Z bozonlarını ‘görebilmek’ galiba daha da heyecanlıydı.
CERN’de neler oluyor?: Genel olarak insan için bu deney önemli midir, değil midir bilmiyorum. Ama bu deney genel olarak kültürün zenginleşmesi, insanın merak ettiği belli sorulara yanıt araması, neredeyse her ulustan insanların bir araya gelip çalışabilmesi ve uzun vadede teknolojiye katkısı açısından önemli. Şimdilik Türkiye’de teknolojiyle çok haşır neşir olunmasına rağmen teknolojinin ve bilimin nasıl geliştiği ve altında yatan temel prensipler genelde çok fazla insan tarafından merak edilmez. O yüzden bu aralar CERN’e duyulan ilgiden dolayı çok mutluyum. Ama bu merakın daha önce CERN’de W ve Z bozonları keşfedildiği zamanlarda veya Fermilab’da Top Quark keşfedildiği zamanlarda niye olmadığını da anlayabilmiş değilim.
İLKNUR ÇOLAK ‘Burada fikriniz çılgınca bile olsa kimse karşı çıkmaz’
Eğitimi: İTÜ Elektrik Mühendisliği mezunu. İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü’nde Elektrik Mühendisliği yüksek lisansı yaptı, doktoraya devam ediyor. 2010 başından beri CERN’de güç elektroniği bölümünde çalışıyor.
Fizik hayatına nasıl girdi:  Çocukluğum “Bir gün uzaya giden sistemleri ben tasarlayacağım” diyerek geçti. CERN’i üniversite yıllarında fizikçi kardeşim sayesinde tanıdım. O zaman bilgim ‘Dünyanın en iyi fizikçilerinin bir arada bulunduğu büyük bir araştırma merkezinden fazla değildi.
Görevi: Teknoloji departmanı altındaki güç çeviricileri bölümünde çalışıyorum. Görevim LINAC-2’deki güç çeviricilerinin revize edilip sisteme yeniden entegre edilmesi, LINAC-4’tekilerin de tasarım ve üretimi.
CERN’deki en heyecanlı günü: Kampüste geçirdiğim ilk gün. O gün hem ATLAS’ı hem de bu yıl ortalarında devreye giren POPS’u gezme fırsatım olmuştu. İkincisiyse 30 Mart 2010’da ilk kez 7TeV’e çıkıldığı gündü. Kameralar çarpışma anını görüntülemeye çalışıyor, insanlar dev ekranların başında o anı takip ediyordu. Ekip olarak bir gün önce PS’de yanan transformatörü değiştirmeye çalışıyorduk, deneyle işin zamanında yetiştirilmesi heyecanı birbirine karışmıştı.
CERN’de neler oluyor?: Hayatını bilime adamış insanların, hayatlarının en azından bir döneminde, bu tür bir ortamda bulunmaları gerek. Burada çalışmak, tarifi zor bir keyif. Yeni fizik deneylerinin yapıldığı ya da kanser araştırmaları gibi pek çok konunun çalışıldığı bir bilim merkezinde gelişmeleri yerinde görüp parçası oluyorsunuz. Bir çalışmasına hayran olduğunuz kişiyle yemekte bir konuyu saatlerce tartışırken bulabiliyorsunuz kendinizi. Tasarladığınız sistemlerin en az 20 yıl kesintisiz çalışacak kadar güvenilir olması bekleniyor. Diğer yandan, hiç denenmemiş ya da varlığı bile kanıtlanmamış yeni fikirlere de inanılmaz değer veriliyor. Sabah işe ‘Benim aklıma şöyle bir fikir geldi, deneyelim mi?’ diye geldiğinizde (Çok yüksek güçlerden, risklerden, maliyetlerden bahsediyoruz), biraz çılgınca bile olsa, kimse karşı çıkmıyor. Bir bilim insanı için daha güzel bir ortam olamaz.
DOÇ. DR. BİLGE DEMİRKÖZ  ‘Evrenin karşısında mütevazı olmak gerek’
Eğitimi: Tam burslu gittiği MIT’de (Massachusetts Institute of Technology) fizik bölümünü müzik ve matematik bölümlerinden sertifika alarak bitirdi. AMS (Alpha Magnetic Spectrometer) projesinde görev alarak NASA ile dört yıl çalıştı. Master’ını Oxford Üniversitesi’nde tamamladı. ATLAS projesinde görev alarak CERN’de çalışmalara katıldı. Görevine Barselona Üniversitesi adına ATLAS projesinde devam ediyor.
Fizik hayatına nasıl girdi: Üç çocukluk hayalim vardı. Biri astronot olmak, biri beyin cerrahı olmak, diğeri de matematik ve müzik arasındaki ilişkiyi anlamaktı. Anlıyorum ki astronot derken, evreni merak edip bunu söylemişim. Beyin cerrahına ise o zamanki gözümle insan nasıl düşünür sorusunun cevabını bilen biri olarak bakmışım. Matematik ve müzikse bana hep huzur veren, yatıştırıcı bir ilaç oldu. Neden bu ikisi bu kadar yakın diye hep merak ettim. Şimdi üçünün kesişme noktasında görüyorum kendimi. CERN, bulmacanın küçük bir parçası hayatımda. 14 yaşında CERN’i o yıl Cenevre’de yapılan ECIS Avrupa Matematik Yarışması’ndan sonra ziyaret etmesem, belki açık hedefim CERN olmazdı ama yine benzer bir yerde olurdum sanırım.
Görevi: 2004’ten beri ATLAS deneyinde çalışıyorum. ATLAS’ın kalbi dediğimiz ve çarpışma noktasına en yakın yerde bulunan silikon dedektörlerinin yapımında üç yıl çalıştım. Çarpışmalardan en ilginç olanlarını seçmemize yarayan tetikleme sisteminde iki yıl çalıştıktan sonra, şimdi çarpışmalardan çıkan verilerin analizinde çalışıyorum.
CERN’deki en heyecanlı günü: 10 Eylül 2008 günü. İlk kez protonların LHC çemberi etrafında döndürüldüğü o gün yeni bir dönemin başlangıcı niteliğindeydi. Ancak 19 Eylül 2008’deki kaza ve LHC’nin tamir için durdurulması biraz hevesimizi kursağımızda bıraktı. 2009’un sonunda yeniden başladığında daha temkinliydik.
CERN’de neler oluyor?: En fazla duyduğum yanlış soru ‘Dünyanın nasıl oluştuğunu araştırıyorsunuz değil mi hocam?’ sorusu. Dünyanın değil, evrenin başlangıcından sonra nasıl geliştiğini, hangi fizik kanunlarının etkili olduğunu, evrenin içerdiği karanlık maddenin ne olduğunu araştırıyoruz. Sorduğumuz sorular, dünyanın oluşumundan daha büyük sorular. 13.7 milyar yıllık bir evren bulmacasının sırları hakkında, karmaşık görünse de, çok basit sorular. Evrenin karşısında mütevazı olmak gerektiğini düşünüyorum. ‘Şunu bulacağız’ demekten kaçınıyorum çünkü bilim tarihi sürprizlerle dolu. ‘Evren şöyle yapmışsa ve evren izin verirse, şunu keşfedebiliriz’ demek daha doğru geliyor.
PROF. DR. MEHMET ZEYREK Türkiye’den CERN’e gönderilen ilk öğrencilerden…
Eğitimi: ODTÜ Fizik Bölümü mezunu. Doktora çalışmalarını CERN’de tamamladı. Aynı bölümde yüksek enerji fiziği dalında profesör olarak çalışıyor. ODTÜ’deki görevim yanında TÜBİTAK ve YÖK’te de görev yaptı.
Fizik hayatına nasıl girdi: Lise yıllarımda bilim adamı olma hayalim vardı. Parçacık fiziği
çalışmalarına ilgim üniversitenin ikinci sınıfından başlar, o yıllardan beri CERN’den haberdarım. TÜBİTAK bursuyla CERN’e gönderildim. CERN deneyleriyle ilgili yoğun çalışmalarım 1987’de başladı. Türkiye’den CERN’e gönderilen ilk öğrencilerdenim.
Görevi: LHC deneylerinden CMS deneyinin bir üyesiyim. Aynı zamanda CMS deneyinde ODTÜ grubunun lideriyim.
CERN’deki en heyecanlı günü: CERN’deki çeyrek yüzyıla yaklaşan uğraşılarımda, doktora yaptığım deneyde kendi tasarımım olan elektronik bir tetikleme düzeneğinin veri alımında denendiği ve çalıştığı an. Bu düzenek sayesinde seçilen ilk verilerin teybe yazıldığını gördüğüm anda havaya zıplamıştım. Yakınlarda ise beni en çok heyecanlandıran gelişme LHC’nin 7 TeV enerjide çalışmaya başlaması oldu.
CERN’de neler oluyor?: CERN’deki tüm deneyler, şu anda LHC, doğayı ve maddeyi anlama yolunda çok önemli birer merhale. Bugün ulaşılan teknoloji ve bilgiyle bu çabanın sınırları zorlanmakta. LHC bu yüzyılın mega bilim projesi. LHC’deki ölçümlerin beklenmedik ya da ilk olacak sonuçlara gebe oluşu, bu projenin özgünlüğüne işaret ediyor.
DR. SEZEN SEKMEN ‘Küçücük bir noktadaki enerji yoğunluğu üretiliyor’
Eğitimi: ODTÜ Fizik bölümü mezunu. Doktorasını da ODTÜ’de tamamladı.
Görevi: LHC’nin CMS deneyinde ‘Yeni fizik araştırmaları grubu’nda çalışmalar yapıyorum.
CERN’deki en heyecanlı günü: En heyecan verici anlar olarak şunları sıralayabilirim: İlk proton-proton çarpışması (Kasım 2009), Amerika’daki Tevatron’un elinde bulunan dünya proton-proton çarpışması enerjisi rekorunun ilk kırılması (Aralık 2009), ilk 7TeV çarpışma (31 Mart 2010) ve ilk başarılı ağır iyon çarpışmaları (Kasım 2010).
CERN’de neler oluyor?: Parçacık fiziği, maddenin yapıtaşlarını keşfetmektir. Temel parçacıkları bulmak temel fizik yasalarını daha iyi kavramamızı sağlayacak. Çünkü temel parçacıklar evrenin günümüzde içinde olduğu koşullarda doğal olarak bulunmuyor. CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) deneyinin amacı evrenin başlangıcındaki koşulları kısmen meydana getirip temel parçacıkları üretmek. Bu amaç ‘büyük patlamayı yaratmak’ olarak yanlış yorumlanmıştır. LHC’nin yaptığı, büyük patlamayı yaratmak değil, büyük patlamayı yaratabilmek için evrendeki tüm enerji gerekir. LHC’nin yaptığı, evrenin küçücük bir noktasındaki enerji yoğunluğunu üretmek. Deneyin asli amacı temel bilim anlayışımızı ilerletmek ve doğanın işleyişine dair merakımızı gidermek. Asli amaç teknoloji üretmek değil ancak LHC makinesinin tasarımı dolaylı olarak teknolojiye katkıda bulunuyor. LHC deneyi temelde proton ışınlarını hızlandırıp çarpıştıran LHC halkasından ve çarpışma noktalarının çevresinde kurulmuş olup çarpışma sonucu çıkan parçacıkların izlerini yakalayan dedektörlerden oluşur. Fizikçiler bu parçacık izlerine bakıp izleri çeşitli kuramların öngörüleriyle karşılaştırarak fiziği yönlendiren kuralları bulmaya çalışırlar.

Radikal Bahar Çuhadar