Emre Arolat, 'işçilerin eve gitmek istemediği fabrika'yla Ağa Han kazandı


Mimarlık sahnesinin saygın ödüllerinden Ağa Han, İpekyol Fabrikası'yla Emre Arolat'ın oldu. Ağa Han'da ilk kez bir sanayi yapısına ödül verildi. Arolat'la ödüllü tasarımını konuştuk.
Türkiye’nin yıldız mimarlarından Emre Arolat, İpekyol Tekstil Fabrikası’yla dünyanın saygın mimarlık ödüllerinden Ağa Han’ı kazandı. Böylece üç yılda bir çoğunluğu Müslüman olan ülkelerdeki nitelikli yapılara verilen Ağa Han Mimarlık Ödülü, ilk kez bir sanayi yapısına verilmiş oldu. Ağa Han Mimarlık Ödülleri’nin bu yılki büyük jürisinde Pritzker ödüllü Fransız mimar Jean Nouvel ile çağdaş sanat dünyasının büyük isimlerinden Anish Kapoor da yer alıyordu.


Edirne’nin kıyısında, Kırklareli yolu üzerindeki arazide inşa edilen İpekyol Tekstil Fabrikası, işçilere sağladığı nitelikli çalışma ortamıyla öne çıkıyor. Dünyadaki endüstri yapılarının pek çoğunda rastlanan kötü yaşam koşullarından uzak duran bir mimari çözümlemeye gidilen binada yönetim ile üretim alanları aynı çatı altında buluşturuldu.
Emre Arolat’la Ağa Han Ödülü’nü ve İpekyol Fabrikası’nı konuştuk.

Sayısız ödül kazanan bir mimar olarak Ağa Han’ı sizin için özel kılan nedir?

Ağa Han Ödülleri, yaklaşık 30 yıldır veriliyor ve dünya mimarlık sahnesinin en önemli ödülleri arasında sayılıyor. Sanırım onu diğerlerinden hayli farklı bir noktaya taşıyan, üç yılda bir düzenlenmesi ve bu üç yıllık dönemin mimarlar, plancılar, sosyal bilimciler ve sanatçılardan oluşan kalabalık bir bilimsel komite tarafından yoğun bir belgelendirme ve değerlendirme süreci olarak kullanılması. Bu dönemde ilk olarak farklı ülkelerden seçilen bağımsız üyeler, kendi sorumlu oldukları coğrafyadan aday projeleri belirleyerek yürütme komitesine sunuyorlar. Daha sonra jüri bu adayları ayrıntılı bir biçimde inceleyerek bir kısa liste oluşturuyor. Bir sonraki aşamada, bu listedeki yapıların tümü yerinde gezilerek inceleniyor. Yapının kullanıcıları, yatırımcısı, bu yapının çevresinde yaşayan halkın bir bölümü ve yapıyı tasarlayan mimarla ayrı ayrı görüşmeler yapılıyor ve raporlar hazırlanıyor. Bu süreç, pek de alışkın olunmayan bir hassasiyetle, bir tür gizlilik içinde ve hayli ayrıntılı bir biçimde kurgulanıyor. Üç yıl süren bu çalışmaların sonucunda, Master Jüri o dönem için ödül kazanan yapıları belirliyor.


Bu yıl farklı ülkelerden 401 proje aday gösterildi. Jüri çalışmalar sonucunda 19 projeyi kısa listeye aldı. Daha sonra yapılar yerinde görülerek ayrıntılı raporlar hazırlandı ve en son aşamada içinde Edirne İpekyol Fabrikası’nın da bulunduğu beş yapı ve mimarları eşdeğer ödüllere layık görüldü.
‘Ağa Han Ödülü’nin ilk kez bir endüstri yapısına verilmesi hayli ilgi çekti’

İpekyol Fabrikası’nın bir endüstri yapısı olarak Ağa Han ödülüne layık görülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, İpekyol, bu ödülü alan ilk endüstri yapısı olması bakımından hayli ilgi çekti. Doğrusu bu seçimin Ağa Han ödülü için önemli bir kilometretaşı olduğunu ve bir tür dönüm noktasını işaret ettiğini ödül töreni öncesinde kısa bir sohbet imkanı bulduğum Ağa Han’ın kendisinden duymuş olmak, benim için heyecan verici bir deneyimdi.

İpekyol hakkındaki genel görüş ‘insancıl ve yaşanabilir’ bir fabrika olması söylemi üzerinde yoğunlaşıyor. Almanya’nın önemli mimarlık dergisi Baumeister’a kapak olmuştu ve ‘işçilerin akşam evlerine gitmek istemedikleri fabrika’ gibi bir başlık atılmıştı.

Baumeister dergisi beni bir yandan yapının tasarımcısı olarak gururlandırırken bir yandan da dünyayı kavrama biçimim üzerinden bir tür endişeye sürüklemişti. Zira yapı hakkında bir Alman editörün kaleme aldığı metnin son bölümünde, işçilerin fabrika yapısını çok sevdikleri, bu nedenle de akşamları evlerine dahi gitmek istemedikleri yazıyordu. Bu bölümü okuyunca, şaşkınlık, utanç ve hiddetle karışık bir pişmanlık duygusu içine düştüğümü hatırlıyorum. Şunu hepimiz gayet iyi biliyoruz ki fabrikalar genellikle işçi sınıfının pek de sağlıklı olmayan çalışma ortamlarında, çileli bir hayatı tükettikleri yerlerdir. Ben herhangi bir fabrikanın herhangi bir işçiye eve gitmeme duygusu verebileceğine inanabilecek birisi değilim. İçinde yaşadığımız bu sermaye egemen dünyanın ortaya koyduğu sosyal sorunları görmezden gelebileceğimizi düşünmüyorum. Öte yandan mimarların ve mimarlık etkinliğinin bu sorunlarla cepheden yüzleşmesinin önemli olduğuna, iyi bir tasarımın dünyadaki bütün haksızlıkları ortadan kaldıramasa bile etkili olabildiği alanda bir tür ışık yakabileceğine inanıyorum.

‘Yaşanılabilirlik’ kavram olarak endüst-riyel yapıların tasarımında alışageldiğimiz bir vurgu değil?
Edirne’de kurmayı planladığı yeni fabrikası için bana ilk geldiğinde, İpekyol firmasının sahibi olan sevgili Yalçın Ayaydın’a, gördüğüm fabrikaların neredeyse hepsini, içinde üretim yapılan cezaevlerine benzettiğimi söylemiştim. Kendisi tam bir beyefendidir. Beni dinledikten sonra kapıyı çarpıp gideceğine, “O zaman bana mükemmel bir fabrika tasarla. Avrupa’da bile örnek olsun, cezaevine benzememek bir yana, içinde çalışan herkesin mutlu olabileceği bir yapı istiyorum senden” demişti. Bir yatırımcının mimar olarak bana güven duymasını, üstelik bu duyguyu bir şekilde hissettirmesini çok önemserim. Kuşkusuz bu durum bir yandan benim elimi rahatlatırken diğer taraftan sırtıma müthiş bir sorumluluk yükler. Hem ağır hem de keyifli bir sorumluluktur bu. Bu yüzden ödülü almaya Yalçın Bey’le birlikte gittik.

Çalışanlar fabrikanın ‘yaşanılabilirlik’ durumunu ne ölçüde içselleştirdi?
Buna cevap vermek öyle pek de ezbere yapılabilecek bir şey değil. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirm ki İpekyol Fabrikası’nda çalışan insanlar, bu yapının içinde kendilerini diğer fabrikalarda yaşayanlara göre bir nebze olsun daha iyi hissediyorlar. Dört duvar arasında, karanlık ve havasız bir ortam yerine, sürekli gün ışığı alan ve taze hava dolaşımının sağlandığı yüksek tavanlı, ferah alanlarda çalışıyorlar. Beyaz ve mavi yakalılarla işçiler, kapalı kapılar ve bölücü duvarlar arasında sınıfsal ayrışmayı iliklerinde hissetmiyorlar. Zira İpekyol yapısı böyle bir durumun sürdürülemeyeceği kadar şeffaf. Gün içinde dışarıda havanın nasıl olduğunu izleyebiliyor, molalarda bahçede dinlenebiliyor, hatta spor yapabiliyorlar. Yemeklerini yine görsel olarak bahçeye açılan, aydınlatmasından oturma birimlerine kadar titizlikle tasarlanmış bir mekanda yiyorlar. Ama hiç kuşkunuz olmasın, tüm bunlara rağmen, tabii ki akşam olunca bir an önce evlerine gitmek için can atıyorlar!

Müslüman ülke şartı 1977’den beri üç yılda bir verilen Ağa Han Mimarlık Ödülü’nün amacı Müslüman ülkelerdeki nitelikli mimari projelerin desteklenmesi. Yarışmada aday olacak yapılarda ödül dönemi başlangıcından önceki 12 yıllık dönemde inşa edilmiş, Müslüman bir ülkede tasarlanmış ve en az bir yıl kullanılmış olma kriteri aranıyor. Ödülü koyan Ağa Han, İsmailiye mezhebinin büyük bir servete ve etkinliğe sahip dini önderi.

Diğer ödüller 
* 2010 Ağa Han Mimarlık Ödülleri’nde EAA-Emre Arolat Architects’in İpekyol Fabrikası’nın yanı sıra dört projeye daha ödül verildi.
* Association de Sauvegarde de la Medina de Tunis - Tunus Hipermerkezinin Canlandırılması, Tunus
* Moriyama & Teshima Plancılık Limited & Buro Happold ortak girişimi - Wadi Hanife Sulak Arazisi, Riyad, Suudi Arabistan
* Nieto Sobejano Mimarlık - Madinat Al-Zahra Müzesi, Cordoba, İspanya
* Li Xiaodong Atölyesi - Köprü Okul, Xiashi, Fujian, Çin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iyi ve güzel...